Bir Sürü Hakikat Var; Kur’an, Tevrat, İncil, Zebur. Bunca Hakikatin İçinde Hangisi Mantıklı Nasıl Bileceğiz?

HomeMakalelerİmanBir Sürü Hakikat Var; Kur’an, Tevrat, İncil, Zebur. Bunca Hakikatin İçinde Hangisi...

Bir Sürü Hakikat Var; Kur’an, Tevrat, İncil, Zebur. Bunca Hakikatin İçinde Hangisi Mantıklı Nasıl Bileceğiz?

Bir Sürü Hakikat Var; Kur’an, Tevrat, İncil, Zebur. Bunca Hakikatin İçinde Hangisi Mantıklı Nasıl Bileceğiz?

Kimileri İncil’i, Zebur’u, Tevrat’ı ilk indikleri hakikat ile kaldı, değişmedi sanıyor ve bir yanılgıya düşüp “Bir sürü doğru var, bunca doğrunun arasında gerçek doğruyu nasıl bulacağız?” diyorlar. Şöyle bir gerçek var ki, Ferrari’ye binen insan tutup da Murat 131 nasıldır diye merak etmez.  Kur’an’ın kıyas kabul etmez lezzetini tadan, cazibeli hakikatine kendini kaptıran bir insan da başka hakikatleri aramaz, gerek de yoktur. 

Mesela Allah(c.c.) size kader cihetinde hakiki manada bir anne verdi. Siz hiç “Başka anneleri de bir deneseydim.” dediniz mi? Demediniz, demezsiniz de. Zira insan o organik bağı kurduktan ve anladıktan sonra başka hakikatleri aramaya ihtiyaç duymaz. Ne yazık ki dünyalık her meselede son derece kurnaz olan insanlar, mevzu İslami meselelere geldiğinde bu yanılgıya düştüklerini öne sürerler. 

Seyahat ederken yolda bir yerde dursanız ve seyyar satıcıdan aldığınız yemeğin ücretini ödemek için bankadan yeni çektiğiniz 200₺’yi uzatsanız, o adam paranın sahte olup olmadığını anlamak için bir önünü çevirir bakar, bir arkasını çevirir bakar, bir güneşe tutar, bunda bile yanılgıya düşmemek için zekâsını kullanır. 

Bir çocuğa sevmediği çikolatayı alsak ve sevdiği çikolatanın ambalajında versek yemez. Küçücük çocuk bile buna kanmaz, onun doğru olmadığını bilir. Yahut İslam’da yanılgıya düşen aynı insanları seçim zamanı oy kullanırken görsek hiçbiri “Biz de bilmiyoruz ama bu şekilde oy kullandık.” demez. Etrafımız dünya politikasını dünya başkanlarından daha iyi bilen kandırılması imkânsız insanlarla dolu. Bu insanlar oy kullanırken “Dünyanın geleceği benim oyuma bağlı.” diyor ama iş hakikate, kabrin ötesine, uhrevi işlere gelince “Herkes kendince bir doğru söylüyor. Hangisi doğru nereden bileceğiz? Biz esas doğruyu nasıl seçeceğiz?” diyor. Ama insan şu boyutu hiç düşünmüyor. Allah(c.c.) sizin araştırıp o doğrular içerisindeki en doğruyu bulmanızı istiyor. 

Bizler Allah’ın(c.c.) iradesine kendimizi teslim etmekten aciz kullarız.  Kur’an-ı Azimüşşan: “O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez.” (En’âm 6/59) diyorsa demek ki Allah(c.c.) şu anki şartları, yaşadığımız imtihanları biliyor ve böyle olmasını murat ediyor. 

Bugün bir kapı çalsa ve kapının önünde bir kadın elinde bir bebekle “Ben betülüm, temizim, bütün iffetsizliklerden uzağım. Gözüme göz, elime el değmedi ama Allah(c.c.) bana bu çocuğu nasip etti.” dese kaçımız inanır? Çok zor değil mi? Ama Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın(a.s.) vakası tam da böyle bir vakadır. Cibril’in(a.s.) üflemesi ile Hz. Meryem annemizden Hz. İsa(a.s.) dünyaya gelmiştir. Demek ki o zamanın imtihanı da budur. 

Düşünün hepimiz 15 bin nüfuslu bir köydeyiz. Köyde on tane aile var ve herkes birbirini tanıyor. Sizin tam 40 yıl boyunca tanıdığınız birisi bir gün çıkıp “Herkes beni dinlesin. Ben son peygamberim ve bu da bana gelen hak kitap.” dese inanabilir misiniz? Bu duruma inanmak çok zor değil mi? Ama Allah Azze ve Celle diyor ki: “Mekke’de Haşimoğullarından ben peygamberim diye çıkan O(s.a.v.) zata inanırsanız cennet ehli olacaksınız, yok inanmazsanız küfür üzere öleceksiniz.” 

Orada o ayıracı koyan Allah(c.c.), bugün burada da sizin doğruyu bulmanız için bütün ayraçları koymuş. Sizin “Benim kafam karışıyor, doğru hangisi bulamıyorum.” diye bir seçeneğiniz yok. Zira imtihan böyledir. 

İçinde bulunduğumuz zamanın imtihanı ve zorluğu inanın az önce bahsettiğim vakalardan hiç farklı değil. Bizler bugün bunca karışıklık ve bulanıklık içerisinde Resulullah’ın(s.a.v.) mesajlarını çekip almak ve o mesajı çekerken de şuna dikkat etmek zorundayız; “Allah(c.c.) aklı sadece iyi ve kötüyü ayırt edelim diye vermemiş. İyiyle daha iyiyi, kötüyle de daha kötüyü ayıralım diye de vermiş.” Nasıl güneş yeşil bir domatese vursa kızartır, mis gibi yapar ama aynı güneş leşe vursa bu sefer de kokutur, berbat bir hale getirir. İşte bu imtihanlar da bizim üzerimize vuran güneş gibi. Olgunlaşmaya müsaitsek, kızartacak, lezzetli bir hale getirecek ama çürümeye müsaitsek, leş gibi kokutacak. O yüzden imtihanın farkına varıp, seçmek zorunda olduğumuzu anlamamız lazım.

Yazar : Mehmet Yıldız

EN ÇOK OKUNANLAR

SON EKLENENLER

BENZER MAKALELER