Efendimiz’in (s.a.v.) vefatı

HomeMakalelerSahabelerEfendimiz’in (s.a.v.) vefatı

Efendimiz’in (s.a.v.) vefatı

EFENDİMİZ’İN (s.a.v.) VEFATINDAN SONRA SAHABELER NASIL DAVRANMIŞLARDIR? 

EFENDİMİZ’İN (s.a.v.) VEFATINDAN SONRA ÜMMETİ KİM TOPARLAMIŞTIR? 

ALLAH RESULÜ’NÜN (s.a.v.) KARDEŞLERİM DEDİĞİ KİŞİLER KİMLERDİR? 

EFENDİMİZ (s.a.v.) NE ZAMAN VE NEREDE VEFAT ETMİŞTİR? 

EFENDİMİZ (s.a.v.) HASTALANINCA İMAMLIK VAZİFESİNİ NEDEN HZ. EBÛ BEKİR’E(r.a.) BIRAKMIŞTIR? 

EFENDİMİZ’İN (s.a.v.) KABRİ NEREDEDİR?

Bir gün Hz. Abbas(r.a.), yeğeni Muhammed Mustafa’ya(s.a.v.) gelir ve: “İnsanlar sana çok eziyet etti. Senin(s.a.v.) makamını yüksek yapsak da artık Sana(s.a.v.) kolay ulaşamasalar, Seni(s.a.v.) yormasalar.” der. Efendimiz(s.a.v.): “Amca bunlara ne gerek var ki?” deyince Hz. Abbas(r.a.) üzülür ve kapıların ötelere açıldığını anlar. Yine o günlerde Efendimiz(s.a.v.) bir gün hutbe îrad ederken: “Allah bir kulunu dünya ile ahiret arasında muhayyer bıraktı. O kul, ahireti seçti.” der. Bunu duyan Hz. Ebû Bekir(r.a.) hüngür hüngür ağlamaya başlar. “Ne oldu ya Ebû Bekir, neden ağlıyorsun?” denilince “O ahireti seçen kul Resûlullah’tır(s.a.v.). Ona ağlıyorum.” der. Böylece Efendimiz’in(s.a.v.) vefatının yaklaştığı Medine’de ufak ufak hissedilmeye başlanır.

O dönemlerde Efendimiz(s.a.v.) bolca kabir ziyaretleri yapar. Birisinde bakışları semada: “Kardeşlerimi çok özledim.” der. Sahâbeler yanına gelip: “Ya Resûlallah(s.a.v.), kardeşlerin bizler miyiz?” diye sorunca Allah Resûlü(s.a.v.): “Hayır, sizler benim ashâbımsınız. Kardeşlerim beni görmedikleri halde iman etti. Sesimi işitmeden davetime koştu. Ben o kardeşlerimi kıyamet günü tanıyacağım.” buyurur. Sahâbeler merak edip yine sorarlar: “Ya Resûlullah(s.a.v.), onları nasıl tanıyacaksın?” Efendimiz(s.a.v.): “Sizin bir sürü atınız olsa onların ayak ve alınlarında beyazlık olsa, o nişandan atlarınızı tanımaz mısınız? Ben de bana iman edenleri alın ve ayaklarındaki abdest izlerinden tanıyacağım. Allah’ım beni görmeden iman edenlerin yaptıklarını on katı ile sevaplandır.” deyince sahâbeler: “Âmin!” diyerek ona mukabelede bulunurlar.

Efendimiz(s.a.v.), vefatından önceki son dönem ciddi bir ateşli hastalık geçirir. Özellikle son on üç gün O’nu(s.a.v.) çok yorar. Bu hali için Efendimiz(s.a.v.) Aişe(r.a.) annemize “Hayber’de yediğim zehirli etin tezahürünü görüyorum.’’ der.

 Efendimiz’in(s.a.v.) son döneminde dikkat çektiği en ciddi meselelerden bir tanesi cihadın devamlılığı olduğundan, Allah Resûlü(s.a.v.) sürekli: “Üsâme ordusu ile sefere çıktı mı?” diye sorar. Çünkü Efendimiz(s.a.v.)  Mute  seferine on yedi yaşında ve azad edilmiş bir köle olan Zeyd bin Harise’nin(r.a.) oğlu Üsâme bin Zeyd’i(r.a.) ordu komutanı olarak gönderecektir. Azad edilmiş bir kölenin oğlunun ordu komutanı olması ise hâlâ bazılarının aklında soru işareti oluşturmaktadır. Onun için Efendimiz(s.a.v.) itaatin önemini anlatabilmek adına sürekli: “Üsâme sefere çıktı mı?” sorusunu sorar. Ümmetinin bir imtihana da itaatten tâbi tutulacağını bilir. Allah Resûlü(s.a.v.) o sefere ordu komutanı olarak Üsâme’yi(r.a.): “Başınızda kim olursa olsun Allah’a itaati varsa siz de ona itaat edin. İtaat edeceğiniz kişinin yaşını ve geçmişini sorgulamayın!’’ mesajı ümmette tam karşılık bulsun   diye gönderir.

Üsâme’nin(r.a.) komutan olarak gideceği seferde birçok büyükler de Üsâme’nin(r.a.) emri altına girecektir. Bu yüzden: “Üsâme gibi genç bir insanın komutanlığı olur mu?” diye itirazlar gelecek ve Efendimiz(s.a.v.) hasta hali ile hutbe vermek durumunda kalacaktır. “Neden Üsâme’nin komutanlığına itiraz ediyorsunuz? Daha önce de Mute’nin birinci zaferinde babası Zeyd’e böyle itiraz etmiştiniz. Babası da Üsâme de buna layıktır, ümmetin hayırlılarındandır. Eğer siz itaat meselesinde gerekeni yapmazsınız bu iş olmayacaktır.”

Efendimiz(s.a.v.) Üsâme’nin(r.a.) bir an evvel sefere çıkmasını ister ama Üsâme(r.a.), O’nu(s.a.v.) o halde bırakıp bir türlü gidemez. Efendimiz(s.a.v.) en son: “Söyleyin, cihada çıksın!” deyince Üsâme(r.a.) sefere çıkar ve Efendimiz(s.a.v.) rahatlar.

Allah Resûlü(s.a.v.) hasta halinde bile hanımlarının hukukunu korumuştur. Bu süreçte sırasıyla her birinin hanesinde kalmıştır. Ama bir gün: “Bugün sıra kimde, bugün sıra kimde?” diye birkaç kez sorunca diğer hanımları anlamışlardır ki Resûlullah(s.a.v.) son anlarını Aişe’sinin(r.a.) yanında geçirmek istiyor. Onun için müsaade etmişler ve Efendimiz(s.a.v.) son dört gününü Aişe(r.a.) annemiz ile hücre-i saadetinde birlikte geçirmiştir.

Günlerden perşembedir, akşam namazı vakti Efendimiz(s.a.v.) namazı kıldırır. Daha sonra odasına geçer, Mürselat Suresini okur. Yatsı namazı vakti girer. Sahâbeler, Efendimiz’in(s.a.v.) imamlığını bekler. Efendimiz(s.a.v.) abdest alıp üç kez yataktan ayağa kalkmaya çalışır ama kendinde kalkacak gücü bulamaz. “Söyleyin Ebû Bekir imamlığa geçsin.” der. Hz. Ebû Bekir(r.a.) imamlığa geçmez, geçemez. Allah Resûlü(s.a.v.) bir kez daha söyler, yine geçmeyince Aişe(r.a.) annemiz: “Ya Resûlallah(s.a.v.) bari Ömer geçse olmaz mı? Bilirsin babam dayanamaz çok ağlar.” der. Efendimiz(s.a.v.) ise: “Olmaz, Ebû Bekir imamete geçecek.’’ buyurur. 

Efendimiz(s.a.v.) neden imamlık vazifesine Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) geçmesi için ısrar eder? Çünkü ordunun komutanını tayin ettiği gibi orada da vefatından sonra ümmetin başına kimin geçeceğini tayin eder. Hz. Ebû Bekir(r.a.) iftitah tekbirini getirir ama ağlamaktan namazı zor kıldırır. Daha sonra da Efendimiz(s.a.v.) vefat edene kadar on yedi kez vakit namazını Hz. Ebû Bekir(r.a.) kıldıracaktır. Efendimiz(s.a.v.) de bunu uzaktan izleyerek memnun olacaktır. Hatta namazının bir tanesinde kendisi de o cemaate katılacaktır. Allah Resûlü’nün(s.a.v.) cemaatine katılarak namaz kıldığı, yani ona imamlık eden sadece iki kişi vardır. Bunlardan birisi son döneminde Hz. Ebû Bekir(r.a.) iken diğeri de Tebük seferi dönüşü Abdurrahmân bin Avf’tır(r.a.).

Resûlullah’ın(s.a.v.) kendisini biraz iyi hissettiği anda Fâtıma(r.a.) annemiz içeri girer ve yanına oturur. Efendimiz(s.a.v.) kızının kulağına bir şeyler fısıldar ve ondan sonra Hz. Fâtıma(r.a.) babasına sıkı sıkı sarılır. Sorarlar: “Ey Fâtıma! Babana ilk sarıldığında gözyaşlarına boğuldun. Daha sonra çıkarken mutlu çıktın. Neden böyle oldu?” Hz. Fâtıma(r.a.): “Babama ilk sarıldığımda ruhunun ufkuna yürüyeceğini anladım ve gözyaşlarıma hâkim olamadım. Daha sonra Babam kulağıma eğilip: ‘Ey Fâtıma, ehli beytimden bana ilk kavuşacak olan sensin.’ dedi. Bu sefer de mutluluktan kendimi tutamadım.” buyurur. Birkaç gün sonra Efendimiz’in(s.a.v.) hastalığı daha da ağırlaşır. Fâtıma(r.a.) annemiz bu sefer babasına sarılıp hüngür hüngür ağlar ve: “Ah babacığım!” diye haykırır.  Efendimiz(s.a.v.) ise evladına: “Sabret kızım, artık Allah babana acı çektirtmeyecektir.” der.

Günlerden pazartesi olur. Sabah namazı vaktinde Efendimiz(s.a.v.) kendisini biraz iyi hisseder. “Aişe beni oturt ve perdeyi aç, namaz kılarken onları göreyim.” der. O esnada namazı Hz. Ebû Bekir(r.a.) kıldırır ve sahâbeler Efendimiz’in(s.a.v.) baktığını görünce çok mutlu olurlar. Namazdan sonra Hz. Ebû Bekir(r.a.) içeri gelir ve Efendimiz’i(s.a.v.) biraz toparlamış görünce çok sevinir. Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) evi Medine’nin az dışındadır ve günlerdir eve gitmemiştir.     O gün Resûlullah’ı(s.a.v.) öyle görünce eve gitmek için izin alır ve gider. Efendimiz(s.a.v.) hücre-i saadetinde başını sevgili yâri Aişe(r.a.) annemize yaslamıştır. İçeri elinde misvak, Hz. Aişe’nin(r.a.) kardeşi Abdurrahman(r.a.) girer. Aişe(r.a.) annemiz: “Misvak ister misin?” diye sorar. Efendimiz’in(s.a.v.) konuşacak gücü kalmamıştır ama ima ile: “Evet!” der. Başta kendisi dişlerini misvaklamak ister ancak yapamaz. Sonra Hz. Aişe(r.a.) annemiz misvakı alır ve Efendimiz’in(s.a.v.) dişlerini temizler.

Allah Resûlü’nün(s.a.v.) hastalığı iyice ağırlaşmıştır. İyileştiği bir anda kölelere iyi davranılmasını ve namazın ihmal edilmemesini tavsiye etmiştir. Efendimiz’in(s.a.v.) mübarek yüzleri bazen sararıp bazen kızarır bir haldedir. Son anlar, son demlerdir. Efendimiz’in(s.a.v.) nefesi iyice daralır, hareketleri daha da ağırlaşır. Efendimiz(s.a.v.) o anda üç kez: “La ilahe illallah! Ya Aişe ne kadar ağırmış ölümün sekeratı.” der ve son sözü: “Refik-i A’la’ya, ulvî ve yüksek Refik’e, beni Refik-i A’la’ya ulaştır.” olur.  

Allah Resûlü’nün(s.a.v.) vefatıyla herkes feryat figan eder. Haber Hz. Ebû Bekir’e(r.a.) ulaşır ve Hz. Ebû Bekir(r.a.) geldiğinde şöyle bir manzarayla karşılaşır: Hz. Ömer(r.a.) kılıcı çekmiş: “O(s.a.v.) ölmedi, Mûsâ(a.s.) gibi baygınlık geçiriyor. Her kim Muhammed(s.a.v.) öldü derse başını uçururum. O(s.a.v.) münafıkların kökünü kazıyana kadar aramızdan ayrılmayacak.” diye haykırıyor.

Hz. Osman(r.a.) bir köşeye geçmiş tir tir titriyor. Hz. Ali(r.a.) başka bir köşeye çökmüş, hüznünü yaşıyor. Her sahâbede farklı bir hal görülüyor. O anda herkesi toplayacak bir dağ lazımken Hz. Ebû Bekir(r.a.) onlarla konuşmadan içeri giriyor. Efendimiz’in(s.a.v.) mübarek yüzündeki örtüyü kaldırıp alnını öpüyor: “Hayatında güzeldin, ölümünde de güzelsin ya Resûlullah(s.a.v.).” diyor. Gözündeki yaşları silip dışarı çıkıyor ve: “Her kim ki Muhammed’e(s.a.v.) tapıyorsa bilsin ki Muhammed(s.a.v.) ölmüştür. Ama her kim ki Allah’a kulluk ediyorsa bilsin ki Allah Hayy’dır, Allah Bakîdir.” diye haykırıyor ve ardından şu ayeti okuyor.

“Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz? Kim geri dönerse bilsin ki Allah’a asla bir zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri ödüllendirecektir.”  

Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) bu konuşmasıyla bütün insanlar teskin olup tekrar kendilerini toparlıyor. Hz. Ali(r.a.), Efendimiz’i(s.a.v.) yıkıyor ve o esnada ‘’Peygamber Efendimiz’i(s.a.v.) nereye defnedeceğiz’’ konusu gündeme geliyor. Orda da bu işi çözen yine Hz. Ebû Bekir(r.a.) oluyor. Kendisi bu kadar zorlu bir zamanda birçok meseleyi çözüyor. Hz. Ebû Bekir(r.a.): “Ben O’ndan(s.a.v.) işitmişim ki bir peygamber vefat ettiği yere defnedilir.” diyor ve Efendimiz’i(s.a.v.) hücre-i saadetine defnediyorlar. Defin olurken kızı Fâtıma(r.a.) annemiz Enes bin Mâlik’i(r.a.) görüyor ve: “Ya Enes, babamın üzerine toprak atmaya nasıl canın elverdi?” diyor. Enes bin Mâlik(r.a.) üzüntüden bir şey diyemiyor. Odaya giren ilk on yedi kişi Allah Resûlü’nün(s.a.v.) cenaze namazını kılıyor. Daha sonra girenler peyderpey namaz kılmaya devam ediyorlar. Aişe(r.a.) annemiz uzun yıllar Efendimiz’in(s.a.v.) defnedildiği yere bir perde çekerek orada yaşıyor. Daha sonra Hz. Ebû Bekir(r.a.) ve Hz. Ömer(r.a.) de oraya defnediliyor.

Yazar : Mehmet Yıldız

EN ÇOK OKUNANLAR

SON EKLENENLER

BENZER MAKALELER