EFENDİMİZ (s.a.v.) MEDİNE’YE HİCRET EDERKEN YANINDA KİM VARDI?
EFENDİMİZ (s.a.v.) MEDİNE’YE NE ZAMAN HİCRET ETTİ?
EFENDİMİZ (s.a.v.) HİCRETE GİDERKEN YATAĞINA KİMİ YATIRDI?
EFENDİMİZ (s.a.v.) HİCRET YOLCULUĞUNDA KENDİLERİNE KILAVUZLUK ETSİN DİYE NEDEN BİR MÜSLÜMANI DEĞİLDE BİR MÜŞRİĞİ REHBER TUTMUŞTUR?
Mekke’nin on üçüncü yılı Müslümanlar, Mekkeli müşriklerin zulümlerinin artırması sebebiyle yavaş yavaş şimdiki Medine olan Yesrib’e hicret etmeye başlamışlardı. Bir gün hicret sırasının kendilerine de geleceğini bilen Hz. Ebû Bekir(r.a.) iki deve almış, yolculuk için bekletiyordu. Kureyş müşrikleri Efendimiz’in(s.a.v.) vücudunu ortadan kaldırmak için kat’î bir karar almışlardı ve bunun için faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Bu sırada Allah Azze ve Celle Efendimiz’e(s.a.v.) hicret emrini verdi. Bunun üzerine Efendimiz(s.a.v.) Mekke’nin öğle uykusunda olduğu bir gün Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) evine gitti ve Allah’ın kendisine hicret için izin verdiğini söyledi. Hz. Ebû Bekir(r.a.): “Es-sohbe ya Resûlullah(s.a.v.)? / Yol arkadaşlığı mı ya Resûlullah(s.a.v.)?” diye sorup: “Evet, yol arkadaşlığı.” cevabını alınca mutluluktan gözyaşlarına hâkim olamadı. Hz. Aişe(r.a.) annemiz, babasının o hali için der ki: “O güne kadar bir insanın sevincinden böylesine ağladığını görmemiştim.”
Efendimiz’e(s.a.v.) yol arkadaşlığı demek; sonunda ölüm olan bir yola çıkmak, ölüme gitmek demektir. Ölü ya da sağ olarak Medine’ye varmadan tutuklanmak demektir. İşkence demektir. Lakin Hz. Ebû Bekir(r.a.) yakalandıkları takdirde başlarına yüz deve ödül konmasına rağmen yine de sevinir. Neden sevinmesin ki? Biz O’nun(s.a.v.) bir sünnetini eda ettiğimizde bile sevinirken, O’nunla(s.a.v.) yan yana yol arkadaşlığı yapacak, bunun içinde ayetle “İkinin ikincisi…” olarak müjdelenecektir. Böyle bir insan nasıl sevinmez ki?
Efendimiz(s.a.v.) ve Hz. Ebû Bekir(r.a.), Medine’ye kadar kendilerine kılavuzluk edip yol göstermesi için henüz müşrik, fakat güvenilir ve sözünde durmasıyla tanınmış biri olan Abdullah bin Uraykıt’la anlaştılar. İki binit deveyi kendisine teslim ettiler. Onunla üç gün sonra Sevr Dağı eteğinde buluşmak üzere sözleştiler. Daha sonra Efendimiz(s.a.v.), Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) yanından ayrılarak Hâne-i Saadetine döndü.
Bu sırada Cibril-i Emin(a.s.) geldi ve Efendimiz’e(s.a.v.) müşriklerin Darü’n Nedve’de aldıkları kararı bildirip: “Şimdiye kadar yattığın yatağında bu gece yatma!” dedi.
Bunun üzerine Efendimiz(s.a.v.), Hz. Ali’yi(r.a.) çağırdı ve: “Yatağımda bu gece yat uyu! Şu yeşil, geniş aba hırkamı da üzerine ört! Korkma! Sana hiçbir zarar erişmeyecektir.” buyurdu.
Plan gereği her kabileden seçilmiş eli kılıçlı iki yüze yakın müşrik, gecenin üçte biri geçince, Efendimiz’in(s.a.v.) evinin önünde toplandılar. İçlerinde ebû Cehil, ebû Leheb ve Ümeyye bin Halef gibi azılılar ve elebaşılar da vardı. Katiller gecenin geçmesini, aydınlığın etrafı sarmasını ve Allah Resûlü’nün(s.a.v.) evinden çıkmasını bekliyorlardı. Çünkü âdetlerine göre, bir adamı evinin içinde katletmek korkaklığın en âdisi sayılırdı.
Efendimiz(s.a.v.) eli kılıçlı katillerin Hâne-i Sâadetinin etrafını sardıkları sırada evinden çıktı. Yerden aldığı bir avuç toprağı başlarına attı ve Yâsîn Sûresinin dokuzuncu ayetini okudu. “Onların önlerinden bir set arkalarından da bir set çektik. Böylece gözlerini perdeledik; onlar artık göremezler.” Böylece içlerinden hiçbiri onu görmedi ve Efendimiz(s.a.v.) oradan çıkıp Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) yanına gitti. Kendileri için acele sefer malzemesi hazırlandı ve bir dağarcığa bir miktar azık kondu. Sonra Efendimiz(s.a.v.) ile Hz. Ebû Bekir(r.a.) evin arkasındaki küçük kapıdan çıktılar ve üç gün kalmak üzere yüksekliği 750 metre olan Sevr Dağına çıktılar.
Mağara oldukça ıssızdı. Önce Hz. Ebû Bekir(r.a.) içeri girdi. Yeri temizleyip düzeltti. Mağaradaki delikleri elbisesini yırtarak tıkadı. Yetmeyince geriye kalan bir deliğe de ayağını dayadı. Sonra Efendimiz’i(s.a.v.) içeri davet etti. Efendimiz(s.a.v.) içeri girdi ve mübarek başını sadık dostunun dizine dayayarak uyudu. Az sonra Hz. Ebû Bekir(r.a.) deliğe dayadığı ayağında müthiş bir acı hissetti. Ayağını yılanın ısırdığını anladı ama delikten ayağını çekmedi. Hatta, Allah Resûlü(s.a.v.) uykudan uyanabilir diye yerinden bile kımıldamadı. Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) canı öylesine acıdı ki, gözlerinden ister istemez yaş aktı. Akan gözyaşlarının birkaç damlası mübarek yüzüne damlayınca Efendimiz(s.a.v.) uyandı ve: “Ne var, ya Ebâ Bekir?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir(s.a.v.) ise: “Ya Resûlallah(s.a.v.)! Ayağımı bir şey soktu. Ama mühim değil. Anam babam sana fedâ olsun.” diye cevap verdi. Efendimiz(s.a.v.), ayağa baktı. Yılanın soktuğu yeri mübarek tükürüğü ile meshetti. Allah’ın lütfu ile acı derhal kayboldu ve Hz. Ebû Bekir(r.a.) şifa buldu.
O anda Allah’ın emriyle bir örümcek gelip mağaranın ağzına ağını gerdi, bir çift güvercin ise gelip yuva kurdu. Efendimiz’i(s.a.v.) evinde bulamayan müşrikler fazlasıyla sinirlendiler ve Mekke’nin her tarafını didik didik aramaya başladılar. Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) evine vardılar. Onu da bulamayınca büsbütün öfkelendiler. Mekke’de Efendimiz’i(s.a.v.) bulamayınca bir tellal çağırttılar ve: “Muhammed’i(s.a.v.) ve Ebû Bekir’i bulup getirene veya öldürene yüz deve veririz.” dediler. İçlerinde ne kadar hırsız, cani ve gözü dönmüş var ise bu ilanı duyunca, kimi eline kılıç kimi de sopalar alarak Mekke’nin dışına çıktılar ve etrafta koşuşturmaya başladılar. Arayıcılar yanlarına Müdlicoğulları’ndan iki iz takip edici de almışlardı. Bu iz sürücüler işinde öyle mahirdi ki atın ayak izine bakarak üstüne binen kadın mı, erkek mi; kilolu mu, zayıf mı; sakin birisi mi yoksa sinirli birisi mi anlayabilecek nitelikte idiler.
Nihayetinde iz sürücüler Efendimiz(s.a.v.) ile Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) izlerini buldular. Takip ede ede gelip Sevr Dağının eteklerine dayandılar. Tam mağaranın önüne geldiklerinde ayaklarının ucuna baksalar veyahut kafalarını eğseler ikisini de göreceklerdi. Ama orada bozulmamış bir güvercin yuvası ve bir örümcek ağı ile Allah Azze ve Celle onları muhafaza etti. Allah’a iman edince anlarsın ki bir güvercin yuvası ve bir örümcek ağı ile seni tek koruyabilecek olan Allah Azze ve Celle’dir.
Hz. Ebû Bekir(r.a.) müşrikler kendilerini bulunca fazlasıyla telâşa kapıldı ve üzüldü. Onun bu halini gören Efendimiz(s.a.v.): “Neden korkuyorsun?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir(r.a.): “Ya Resûlallah(s.a.v.)! Beni öldürseler Ebû Kuhafe’nin evi ağlar ama ya Sana(s.a.v.) bir şey olursa bütün ümmet ağlar. Ben bu yüzden korkuyorum.” dedi. Efendimiz(s.a.v.) ise hepimizin iyi bildiği ayeti orada zikretti: “Lâ tahzen! İnnallahe meana. / Üzülme! Allah bizimle beraberdir.”
Hz. Ebû Bekir(r.a.) tekrar: “Ya Resûlallah(s.a.v.)! Onlardan birisi eğilip de ayaklarının dibinden bir bakıverse, bizi görür.” deyince Efendimiz(s.a.v.) yine emin bir şekilde: “Ya Ebû Bekir, iki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sen akıbetin ne olacağını zannediyorsun? Yakalanacağımızı mı sanırsın?” dedi. Sonra da Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) iç ferahlığına kavuşması için Allah’a (c.c) dua etti.
Sevr Mağarasına oldukça yaklaşan müşrikler: “Şu mağarayı da arayalım” dediler. Konuşulanları Efendimiz(s.a.v.) ile Hz. Ebû Bekir(r.a.) de duyuyorlardı. İçlerinden biri mağaranın ağzına kadar geldi. Fakat içeri girip bakma lüzumu hissetmeden geri döndü. Ona: “Neden girip içeri bakmadın?” diye sordular. O: “Mağaranın ağzında iki yabanî güvercinin yuva kurduğunu gördüm. Orada olduklarına asla ihtimal vermem.” diye cevap verdi. Azılı müşrik Ümeyye bin Halef ise arkadaşlarına hiddetle şöyle bağırdı: “Hâlâ mağaranın orada ne dolaşıp duruyorsunuz. Orada örümceğin ağ bağladığını görmüyor musunuz? Vallahi ben bu ağın Muhammed(s.a.v.) doğmadan önce gerilmiş olduğu kanaatindeyim.” dedi. Bunun üzerine mağaranın yanından uzaklaştılar.
Efendimiz(s.a.v.) ve Hz. Ebû Bekir(r.a.) üç gece tedbir için mağarada kaldılar. Bu üç günlük süre zarfında Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) oğlu Abdullah(r.a.) kendilerine Kureyşlilerden haber getirirken, kızı Esma(r.a.) ise azık getirip götürdü.
Bu arada, daha önce kararlaştırıldığı üzere kılavuz olarak tutulan Abdullah bin Uraykıt da kendisine teslim edilen iki deve ile pazartesi günü Sevr Dağına geldi.
Hz. Ebû Bekir(r.a.) iki devesinden üstün olanını Efendimiz’e(s.a.v.) verdiyse de Efendimiz(s.a.v.): “Ben, benim olmayan deveye binmem.” diyerek önce Hz. Ebû Bekir’den(r.a.) devenin ücretini öğrendi sonra deveye bindi. Böylece üç günün ardından mağaradan ayrılıp Yesrib’e, şimdiki ismiyle Medine’ye doğru yola devam ettiler. Hz. Ebû Bekir(r.a.) yol boyunca Efendimiz’in(s.a.v.) etrafında haleler çizip O’nun(s.a.v.) bir önüne, bir arkasına, bir sağına, bir soluna geçince Efendimiz(s.a.v.) sordu: “Ey Ebû Bekir! Neden yanımda yürümüyorsun da etrafımda halkalar çizip duruyorsun? Senin yerin benim sağım iken seni böyle yürümeye iten şey nedir?”
Hz. Ebû Bekir(r.a.): “Ya Resûlullah(s.a.v.)! Düşünüyorum ve diyorum ki ya birden Sana(s.a.v.) önden bir saldırı olsa, hemen öne geçiyorum, Sana(s.a.v.) değil bana gelsin diye… Sonra ya arkadan saldırı olsa diye düşünüyor, arkana geçiyorum. Ya sağdan ya soldan deyip sağa sola geçiyorum. Sana(s.a.v.) bir şey olmasın da bana olsun diye böyle yürüyorum.”
Allah Resûlü(s.a.v.) sevgili dostunun bu sözleri karşısında çok duygulandı ve tekrar sordu: “Beni çok mu seviyorsun ey Ebû Bekir?” Hz. Ebû Bekir(r.a.) cevap verdi: “Sana(s.a.v.) bir şey olmasın diye ben bu candan geçerim ya Resûlallah(s.a.v.)!”
Hicret yolculuğu Hz. Ebû Bekir(r.a.), Efendimiz(s.a.v.) ve Abdullah bin Uraykıt isminde müşrik bir adamın rehberliğinde devam ediyordu. Efendimiz(s.a.v.) neden yanlarına rehber olarak bir Müslüman değil de bir müşrik almıştı? Çünkü burada “işi ehline verme” yani liyakat mesajı vardı. “En iyisi” olduğu ve güvenilir bulunduğu için bir müşrik kılavuz olarak seçiliyordu. Zaten bu kadar kritik bir yerde bu mesajın verilmesi mesajın büyüklüğünün alametidir. Bu durum ise Efendimiz’in(s.a.v.) emaneti ehline verme konusundaki hassasiyetinin en açık delillerinden biridir.
Onlar yollarına devam ederken Kureyş’in Resûlullah’ı(s.a.v.) ele geçirenlere yüz deve va’d ettiği, ben-i Müdlic aşireti tarafından da duyulmuştu. Bu aşiret sahil yolundan iki deve ile üç kişinin geçip gittiğini de işitmişlerdi. İçlerinden hem cesurluğu hem de iyi iz takip ediciliği ile bilinen Sürâka bin Mâlik(r.a.) de mükâfatın tatlılığına aldanarak Efendimiz’i(s.a.v.) takibe koyuldu. Bir ihbar üzerine harekete geçen Sürâka(r.a.), kısa zamanda onların izlerini buldu. Sürâka(r.a.) dörtnala koşturduğu atı ile gittikçe Efendimiz(s.a.v.) ve yanındakilere yaklaşıyordu. Aralarında az bir mesafe kalmıştı. Hz. Ebû Bekir(r.a.) onun geldiğini görünce telaşlandı.
Efendimiz(s.a.v.), mağarada olduğu gibi yine: “Üzülme, Allah bizimle beraberdir.” dedi ve dönüp Sürâka’ya(r.a.) baktı. Sürâka’nın(r.a.) atının ayakları bir anda dizlerine kadar yere battı.
Sürâka(r.a.) kurtulunca tekrar Efendimiz’i(s.a.v.) ve beraberindekileri takip etmeye devam etti. Fakat yine atının ayakları yere saplandı ve atının ayaklarının saplandığı yerden duman gibi bir şey çıktı. Sürâka(r.a.) o zaman anladı ki ne onun elinden ne de kimsenin elinden gelmez ki, O’na(s.a.v.) ilişsin. Sürâka(r.a.): “Ya Muhammed(s.a.v.)! Dua et kurtulayım. Sana(s.a.v.) hiç dokunmayacağım. Seni(s.a.v.) takip edecek kimselere de Senden (s.a.v.) hiç bahsetmeyeceğim.” dedi.
Efendimiz(s.a.v.) onun için Allah’a dua etti ve Sürâka(r.a.) o halden kurtuldu. Sürâka(r.a.): “Ey Allah’ın elçisi, emret istediğini yapayım.” dedi. Efendimiz(s.a.v.) ona: “Git, öyle bir şey yap ki, peşimizden başkası gelmesin.” buyurdu. Efendimiz’den(s.a.v.) bu talimatı alan Sürâka(r.a.) derhal geri döndü. Arkadan gelen Kureyş’in takipçilerine de “Ben buraları arayıp taradım; kimseyi bulamadım. Başka tarafa bakalım.” diyerek onları geri çevirdi.
Günün başlangıcında Allah Resûlü’nü(s.a.v.) öldürmek için yola çıkan Sürâka(r.a.), günün sonunda iman etti ve O’nun(s.a.v.) muhafızı oldu.
Yazar : Mehmet Yıldız