HZ. ALİ İLE HZ. FÂTIMA’NIN KAÇ ÇOCUĞU OLMUŞTUR?
HZ. HÜSEYİN VE HZ. HASAN’IN İSMİNİ KİM KOYDU?
Efendimiz(s.a.v.) kızı Fâtıma(r.a.) annemizi öyle severdi ki, o yürürken ona “Binti ebîhâ-Babasının kızı” derdi. Zirâ Fâtıma(r.a.) annemizin gülüşü, konuşması, güzel ahlakı; her şeyi O’na(s.a.v.) benzerdi.
Gün geçtikçe Fâtıma(r.a.) annemiz büyüyor, talipleri oluyor ama Efendimiz(s.a.v.) hepsine uygun bir dille “Şimdi değil!” diyordu. Bu güzide insana, babasının kıymetlisine Hz. Ebû Bekir(r.a.) talip oluyor, Resûlullah(s.a.v.) vermiyordu. Hz. Ömer(r.a.) ve Abdurrahman bin Avf(r.a.) talip oluyor, Allah Resûlü(s.a.v.) onları da uygun bir dille geri çeviriyordu. Günlerden bir gün Allah Resûlü’nün(s.a.v.) kapısına genç bir yiğit geldi. Belli ki Fâtıma’da(r.a.) gönlü vardı ama O’nun(s.a.v.) karşısında dili tutulmuş, bir türlü isteğini dile getirememişti. Resûlullah’tan(s.a.v.) onun tutulan diline karşılık tüm düğümleri çözen bir cümle geldi. “Ya Ali! Biliyorum kızım Fâtıma için geldin. Sen şimdi git. Ben Fâtıma ile konuşup sana döneyim.”
Efendimiz’in(s.a.v.) kimseye açmadığı kapı ona aralanmış ve Fâtıma(r.a.) on sekiz, Ali(r.a.) yirmi üç yaşındayken evlilik için niyetler alınmıştı. Efendimiz(s.a.v.) Hz. Ali’ye sordu: “Ya Ali! Fâtıma’ya mehrini nasıl verecek, düğünü nasıl yapacaksın?” Hz. Ali ’nin(r.a.) tüm bunlar için elinde bir tek zırhı vardı ve gidip zırhını sattı. Onunla hem mehrini verdi hem de düğününü yaptı. Allah Resûlü(s.a.v.) ise ona tâ o zamandan kimseye muhtaç olmamayı öğretti.
Bir gün Hz. Osman (r.a.) çarşıda gezerken o zırhı gördü. Dostu Ali’nin(r.a.) zırhı olduğunu bildiğinden onu satın alıp Hz. Ali’ye(r.a.) düğün hediyesi olarak geri verdi. Çünkü onların dostluğu böyle bir dostluktu.
Fâtıma(r.a.) annemizin düğünü olacağı vakit Efendimiz(s.a.v.) “Ah, ah! Şimdi Hatice olsaydı da kızı Fatma’ya çeyiz hazırlasaydı!” diye iç çekince Fâtıma(r.a.) annemiz “Bana çeyiz olarak öğrettiklerin yeter babacığım!” diye cevap verdi.
Sekiz dokuz yıl süren bu evlilik sürecinde Hz. Ali(r.a.) ile Hz. Fâtıma(r.a.) annemizin Hasan(r.a.), Hüseyin(r.a.), Muhassin(r.a.) isminde üç erkek; Ümmü Gülsüm(r.a.), Zeynep(r.a.), Rukiyye(r.a.) isminde de üç kız olmak üzere toplamda altı tane evlatları olmuştur. Erkek torunlarına isimlerini dedeleri Resûlullah(s.a.v.) koymuştur.
Hz. Ali(r.a.) anlatıyor: “Ben, harbı darbı seven bir adamdım. Oğlum doğduğu zaman ona Harb ismini vermiştim. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) geldiler ve “Bana oğlumu gösterin! Ona ne isim verdiniz?” buyurdular. Ben “Harb ismini koydum.” dedim. Resûlullah(s.a.v.) “Hayır, o Hasan’dır!” buyurdular.
İkinci oğlum doğduğu zaman ona yine Harb ismini verdim. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) geldiler ve “Bana oğlumu gösterin! Ona ne isim verdiniz?” buyurdular. “Harb ismini koydum!” dedim. “Hayır, o Hüseyin’dir!” buyurdular. Üçüncü oğlum doğduğu zaman ona da Harb ismini verdim. Resûlullah Efendimiz(s.a.v.) gelip: “Bana oğlumu gösterin! Ona ne isim verdiniz?” buyurdular. “Harb ismini koydum!” dedim. “Hayır o Muhassin(r.a.)’dir! Ben bu torunlarıma Hz. Harun’un oğulları olan Şebber, Şübeyr ve Müşebbir’in isimlerini koydum!” buyurdular. (Ahmed, I, 98, 118; Heysemî, XIII, 52) Süryanîce olan bu isimler Hasan(r.a.), Hüseyin(r.a.) ve Muhassin(r.a.) ile aynı mânâya gelmektedir. (Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri, s. 669-670)
Yazar : Mehmet Yıldız