Asilerin Hz. Osman’ı (r.a.) şehit etmeye dair sundukları sebepler

HomeMakalelerSahabelerAsilerin Hz. Osman’ı (r.a.) şehit etmeye dair sundukları sebepler

Asilerin Hz. Osman’ı (r.a.) şehit etmeye dair sundukları sebepler

HZ. OSMAN’I KİM ŞEHİT ETMİŞTİR?

Kaynaklar Hz. Osman’ın(r.a.) on iki yıllık hilafet dönemini altı-altı olarak iki parçaya ayırır. Özellikle Hz. Ömer’in(r.a.) devrettiği muazzam sistemden dolayı ilk altı yıl oldukça başarılı geçerken ikinci altı yıl durum biraz daha farklı ilerler ve bazı problemler ortaya çıkmaya başlar. Bu problemler sonucu “Âsiler” diye bir grup oluşur ve bu grup Hz. Osman’ın(r.a.) şehit edilmesinde rol oynar. Dilerseniz âsilerin, Hz. Osman’ı(r.a.) şehit etmek için hangi incir çekirdeğini doldurmayan sebepleri ortaya sunduklarına beraber bakalım.

Hz. Ömer(r.a.) kendi hilafeti zamanında insanların şehirden çıkmasını fazla istemediğinden onları izinle çıkarmıştır. “Dünya aldatıcıdır, sizi sarhoş etmesinden korkuyorum.” diyerek muhacirlerin samimiyetleri zedelenmesin diye kurallar koymuş ve onları kolay kolay dışarıya göndermemiştir. Lâkin hilafet Hz. Osman’a(r.a.) geçtiğinde insanlar ona gelerek “Bu kuralı değiştir!” demişlerdir. O da yumuşak huylu bir insan olduğundan onların isteklerini kabul etmiştir. Böylelikle halk çeşitli beldelere yayılıp dış ülkelere açılmıştır. Ticaretleri çok genişlemiş, servetleri artmış ve bu zenginlik onlarda var olan “İdare bizden olsun!” fikrini beslemiştir. Âsiler ise Hz. Osman’ın(r.a.) şehadetine bunu sebep göstererek “Sen nasıl olur da Ömer’in(r.a.) koyduğu bir kanunu değiştirir, sınırları insanlara açarsın?” demişlerdir.

Zilhicce’nin sonlarına doğru bir sabah namazı vakti, Firûz denilen bir köle namaz kıldırırken elindeki hançeri Hz. Ömer’e (r.a.) saplamıştır. Onunla da kalmayarak kaçarken on üç kişiyi daha bıçaklayıp, bu on üç kişinin altısını şehit etmiştir. En son Abdurrahman bin Avf(r.a.) cübbesini Firûz’un üstüne atmıştır. Firûz kaçamayacağını anlayınca onların eline düşmemek için kendisini de hançerleyip intihar etmiştir. (İbn Sa‘d, Tabakât III, 367) Hz. Ömer’in(r.a.) oğlu Ubeydullah(r.a.) ise katile yardım ettiler düşüncesiyle Cüheyne ve kızını da öldürmüştür. Bunu duyan Hz. Ömer(r.a.) “İyileşirsem Ubeydullah’ı ben yargılamak isterim. Ama eğer ömrüm yetmezse bir sonraki halife onu yargılasın!” buyurmuştur. Hz. Osman(r.a.), Hz. Ömer’in(r.a.) şehadetinden sonra halifeliğe geçmiş ve ona “Ömer’in oğlunu yargıla!” denmiştir. Hz. Osman(r.a.) etrafındakilerle istişare edince, istişareden şöyle bir karar çıkmıştır: “Eğer sen halifeyi korudu diye birisini yargılar ve kısas verirsen bundan sonra hiç kimse halifeyi korumaz.” Hz. Osman(r.a.) karar karşısında “Ama benim onların hakkını vermem lazım.” demiş ve ölen kişilerin sahibi olan Muğire b. Şu’be’ye gidip kısas isteyip istemediğini sormuştur. Muğire “Benim paramı verin yeter!” deyince Halife Osman(r.a.) kendi parasından ona para vermiş ve böylece dava kapanmıştır. Bu olay Hicrî yirmi üçüncü yılda olmuş ve o günlerde kimse bu duruma ses etmemiştir. Ama yıllar sonra çıkan fitnelerde âsiler bu durumu Hz. Osman’ın(r.a.) şehadetine sebep göstermişler ve “Sen niye kısas uygulamadın?” demeye başlamışlardır.

Kur’an-ı Kerim Hz. Ebû Bekir(r.a.) devrinde Zeyd bin Sâbit (r.a.) tarafından bir kitap veya mushaf olarak değil ama sayfalar halinde cem edilir. Hz. Ebû Bekir(r.a.) vefat ettikten sonra o sayfalar Hz. Ömer’e(r.a.) geçer. Hz. Ömer’in(r.a.) vefatı sırasında halife seçilmediğinden sayfalar Hz. Ömer’in kızı, Efendimiz’in(s.a.v.) eşi Hafsa(r.a.) annemize emanet edilir. Hz. Osman(r.a.) halifelik döneminde okuma tarzları birbirine karışabilir korkusuyla sayfaları Hafsa(r.a.) annemizden alır, çoğaltır ve Kur’an’ı altı nüsha olarak mushaf, kitap haline getirir. (Buhârî, Fezailü’l-Kuran, 3; Buhârî, Tefsîru’ l-Kur’an, Berâe, 20 (V, 210) Hz. Osman(r.a.) kendisi Kureyş lehçesiyle okuduğundan Kur’an’ı da Kureyş lehçesinde çevirip çoğaltır. Bu durum “Neden bizim lehçemizde çoğaltmadın?” diye büyük kabileler tarafından eleştirilir. Başka bir kısım da bu duruma “Kur’an nüshalarının biri hariç neden diğerlerini terk ettin? Sen nasıl tek nüshadan okursun da diğer nüshaları tanımazsın?” diye karşı çıkar. Bu da âsilerin Halife Osman’ın(r.a.) şehadetine gösterdiği sebeplerden biri haline gelir.

Sınırların açılmasıyla toplum zenginleşir ve Ebû Zer el Gıfârî(r.a.) bu durumdan çok rahatsız olur. “İnsanlar israfa düştü!” düşüncesiyle kapı kapı dolaşarak bunu engellemeye çalışır. Durumu iyi olanlar ona “Ben haram bir şey yapmıyorum ki kendi paramı yiyorum.” diye cevap verirken durumu iyi olmayanlar onun bu yaptığından memnun olarak “Git onlara söyle. Böyle yapmasınlar.” derler. Bu durum ufak da olsa toplumda bir infial uyandırır ve Ebû Zer(r.a.), Hz. Osman’a(r.a.) giderek “Ey Osman toplumda böyle böyle haller oluyor. Sen bu duruma ne diyorsun?” der. Hz. Osman(r.a.) “Ben insanlara fetvayı emredebilirim ama takvayı emredemem. Onlar yaparlarsa kendilerine yaparlar.” deyince Ebû Zer(r.a.) Hz. Osman’dan(r.a.) rica ederek “O zaman müsaade et, ben Medine’yi terk edeyim.” der ve Medine’den gider.

Ebû Zer el Gıfâri’nin(r.a.) gittiği dönemde Hz. Osman’ın (r.a.) önceden sürgün edilen amcası Hakem b. Ebü’l Âs, Halife Osman(r.a.) tarafından sürgünü affedilerek Medine’ye geri aldırılır. İbni Hişâm’ın rivayetlerinde geçtiğine göre Hakem, zamanında Allah Resûlü(s.a.v.) ve Müslümanlara en çok zulmeden beş kişiden birisidir. Hakem’in “Mervân “isminde de bir oğlu vardır. Kendisi Mekke fethinden sonra Müslüman olur ve bazı tavırlarından dolayı çok eleştirilir. Zirâ onun Allah Resûlü’nün(s.a.v.) arkasından taklidini yaptığı bir vakıa vardır. Hatta kendisi birkaç kez de Efendimiz’in(s.a.v.) evini yakından gözlerken yakalanmıştır. Onun için insanlar Hz. Osman’ın(r.a.) amcası Hakem’den çok rahatsız olmuşlardır. Hakem, Mervan daha beş-altı yaşlarındayken Taif’e sürgün edilmiştir. Hz. Osman’ın(r.a.) hilafetiyle gelip bu sürgünün affedilmesini istemiş ve Halife Osman(r.a.) da amcasını affetmiştir. Ebû Zer(r.a.) Medine’den giderken Hakem’in sürgünden Medine’ye dönmesi ise insanların hiç hoşuna gitmemiştir. Hz. Osman(r.a.), sürgün affının üstüne bir de Hakem’in oğlu Mervân’a baş kâtiplik vazifesi verince insanlar bu durumdan iyice rahatsız olmuş ve âsiler ayaklanmalarına bir sebep de bunu göstermişlerdir. (Taberi, Tarih, 4, 233)

Bir gün Hz. Osman(r.a.) abdest alırken, Allah Resûlü’nün(s.a.v.) emanet bıraktığı yüzüğü kaybeder ve “Sen o yüzüğü nasıl kaybedersin? Bu bizim başımıza kötü işler açar.” düşünceleriyle âsiler şehadete bu durumu da sebep gösterirler. (Taberi, Tarih, 4, 251;TDV İslâm ansiklopedisi Bİ’RİERÎS maddesi)

Başka bir sebep olarak âsiler Hz. Osman’a(r.a.) “Sen, Bedir’de yoktun.” derler. Halbuki ona Bedir’e gelmemesini Allah Resûlü(s.a.v.) emretmiştir. Çünkü o dönem Efendimiz’in(s.a.v.) kızı, Hz. Osman’ın(r.a.) ise eşi Rukiyye(r.a.) annemiz ciddi manada hastadır. Bunun için Efendimiz(s.a.v.), Hz. Osman’a (r.a.) “Sen, eşinin yanında kal.” demiştir. Efendimiz(s.a.v.) Bedir dönüşü, gazilere verdiği ganimetten Hz. Osman’a(r.a.) da vererek onu da Bedir Ashâbı’ndan saydığını açıkça belli etmiştir.

Onlar bu seferde Halife’ye “Sen, Rıdvan Biatı’nda yoktun.” demişlerdir. Halbuki bu sebep o kadar komiktir ki Rıdvan Biatı’nın yapılma nedeni zaten Hz. Osman’ın(r.a.) kendisidir. Hudeybiye’de Hz. Osman(r.a.), Mekke’ye kahramancasına gittiği ve orada onun şehit edildiğine dair yanlış bir haber geldiği için Rıdvan Biatı alınmıştır. Hatta Efendimiz (s.a.v) “Osman’ın biâtını da ben alıyorum” demiştir. Ama âsiler bunu bile Hz. Osman’ı(r.a.) şehit etmelerine bir sebep olarak gösterebilmişlerdir.

Bir diğer sebep âsilerin “Sen seferiyken Mina’da iki değil, dört rekât namaz kılıyorsun. İki rekâta kısaltman gerekirken nasıl kısaltmaz dört kılarsın?” algılarıdır. Hz. Osman(r.a.) bu durumu bir rivayette “Benim Mekke’de evim var, kendimi burada yabancı hissetmiyorum. Onun için dört rekât kılıyorum.” başka bir rivayette de “Mina’ya dışardan gelenler benim iki rekât kılmamla namazı yanlış tanıyabilir. Onun için dört rekât kıldım.” diye açıklamaktadır.

Âsilerin bir diğer sebebi ise “Sen Hac bölgesinde kendine koruluk yaptın.” düşünceleridir. Hâlbuki Hz. Osman (r.a.) onu da açıklayarak “Ben hacca gelenlerin hayvanları telef olmasın diye koruluk yaptırdım.” demiştir.

Aslında Halife Osman(r.a.) her durumun sebebini, izahını onlara yapıyor, açıklamalarda bulunuyor. Onlar “Tamam.” deyip o anlık cevap veremiyorlar ama yine de içlerinde şeytanın kaynattığı fitne alevi sönmüyor. Zaten açıkça bellidir ki onların Hz. Osman’ı(r.a.) öldürme sebepleri incir çekirdeğini doldurmaz suçlamalardır.

İnsanlar Hz. Osman’a(r.a.) defalarca gelip “Ey Osman! Âsiler ayaklanıyor, bu iş kızışacak belki seni öldürecekler.” demişlerdir. Ama Hz. Osman(r.a.) bu söylenenlere bir türlü inanamamış ve “Bunlardan dolayı insan öldürülür mü? Bir insan üç sebeple ölümü hak eder: Birincisi mürted olur öldürülür –hâşâ- ben mürted değilim. İkincisi evliyken zina etmiştir, recm cezası alır. Ben böyle bir şey yapmadım. Üçüncüsü haksız yere birini öldürmüştür, kısas olur. Onun için öldürülür. Ben bu üçünü de yapmadım. Âsiler beni neden öldürsünler?” demiştir. Kendisi hem latif huylu hem temiz düşünceli olduğundan bunu yapacaklarına asla inanmamıştır. Ama biraz önce okuduğunuz incir çekirdeğini dahi doldurmayacak sebeplerden dolayı ortalık kızışmaya devam etmiş ve toplumda bir infial oluşmuştur.

Hz. Ömer(r.a.) ölüm döşeğindeyken sahâbilerin birçoğunu yanına çağırır ve hepsine tek tek tavsiyede bulunur. Hz. Ali’ye(r.a.) “Ey Ali! Hilafet gömleğini giyersen Haşimoğullarını devletin başına geçirip musallat etme.” der. Hz. Osman’a(r.a.) ise “Ey Osman sakın ha yönetime gelirsen Beni Ümeyye’yi ümmete bela etme.” diye söyler.

Hz. Ömer’e(r.a.) lakap olarak “muhaddisun” yani “söyletilen” denir ve Halife Ömer(r.a.) sanki ileriyi hesaplamış gibi ölüm döşeğinde bazı işaretler verir.

Hz. Osman (r.a.) hilafet döneminde devletin birçok yerine kendi akrabalarını atar ve bu durum insanlar tarafından siteme ve fitneye sebep olur. Halife Osman’ı(r.a.) akrabaları idareciliklere kendilerini tayin etme noktasında ya zorlarlar veya ikna ederler. Hal böyle olunca halifeliğin ilk altı yılında pek fazla problem çıkmazken ikinci altı yılında devletin birçok makamında Ümeyye oğullarından akrabaları olduğu için âsiler Hz. Osman’ın(r.a.) şehadetine en temel sebep bunu gösterirler. Hz. Osman(r.a.) ise bu durumu “Evet Ebû Bekir, Ömer bunu yapmadı ama yapma hakları vardı. Ben akrabalarıma daha rahat emredebiliyorum. Bu yüzden devletin belli makamlarına onları atıyorum. Bu da Osman’a göre bir içtihattır.” diye açıklar. (Seyyid Süleyman Nedvî, s. 57; TDV İslâm Ansiklopedisi, 10, 429)

“Bir müçtehit, içtihat eder ve içtihadında isabet ederse iki sevap; hata ederse bir sevap kazanır.” (Buhârî, İ’tisam, 21; Müslim, Akdıye, 15) Hz. Osman(r.a.) da bir müçtehid olduğundan böyle bir içtihadı yapabilmiştir. Ama insanlar bu konu ile ilgili onun çok üzerine geleceklerdir. Mesela “Yaşlılar varken neden gençleri atıyorsun?” denildiğinde Hz. Osman(r.a.) “Ben ehil olanları atıyorum.” diyecektir. “Sen kendi akrabalarına neden bu kadar mal mülk veriyorsun” denildiğinde de “Ben çok varlıklıyım ve kendi malımdan veriyorum. Siz zıddını gördünüz mü?” diyecektir. İsyan edenler ise bunların hiçbirisine cevap veremeyeceklerdir.

Hz. Osman’ın(r.a.) toplamda otuz üç vali atadığı söylenilir. Mesela Hicaz bölgesine yedi vali atamıştır. Bunların altısı kendi akrabası olan Ümeyye oğullarından, birisi Haşim oğullarındandır.

Basra’da sahâbiden Ebû Mûsâ el-Eş’arî(r.a.) çok sevilmekteydi. Hz. Osman(r.a.) hilafeti döneminde Ebû Musa el-Eş’arî’yi (r.a.) görevden almış yerine kendi dayıoğlu, yirmi dört yaşındaki Abdullah bin Amir’i (r.a.) getirmiştir.

Hz. Ömer (r.a.), hilafeti zamanın normalde bir insanı oraya alışmaması için üç-dört yıldan fazla görevde tutmazdı. Hz. Ömer’in (r.a.) vefatında Hz. Muaviye’nin(r.a.) valilik görevinin dördüncü yılı olmasına rağmen Hz. Osman(r.a.) ona dokunmadı, onu on iki yıl boyunca görevde tuttu. Böylece Hz. Muaviye(r.a.) toplamda on altı yıl boyunca görevde kaldı ve bu süre zarfında Hz. Osman(r.a.) onun yetkilerini de artırıp görevlerini genişletti. Tüm bu hadiseler ise birikti ve neticede âsilerin tepkisine neden oldu.

Kûfe’de o günlerde cennetle müjdeli bir zat olan Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a.) valiydi ve Hz. Sa’d o bölgede çok sevilirdi. Sa’d(r.a.) hem İran’ın hem Irak’ın fatihiydi. Kâdisiye Savaşı’nın da komutanıydı. Kendisi o savaşta ağır hasta olmasına rağmen o haliyle savaşı takip etmişti. Birçok zaferler kazanmış ve o bölgeyi sadece silah gücüyle fethetmemiş, o bölgede yaşayan insanların kalbini de fethetmişti. Fethettiği bölgede de kendisi valilik yapmaktaydı. Ama bir gün Sa’d bin Ebî Vakkâs(r.a.) ile vergi toplama memuru Abdullah bin Mes’ûd’un(r.a.) aralarında bir anlaşmazlık oldu.  Sa’d(r.a.) aldığı bir malı zamanında veremedi ve bunun üzerine Hz. Osman(r.a.), Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı(r.a.) görevden aldı. Yerine Velid bin Ukbe’yi(r.a.) getirdi. Velid bin Ukbe(r.a.), Hz. Osman’ın(r.a.) anne bir kardeşiydi ama halk Velid’i(r.a.) kabul edemedi. Velîd(r.a.), Mekke fethinden sonra Müslüman olanlardan birisiydi. Bir gün Allah Resûlü(s.a.v.), onu vergi toplama vazifesi için Müstalikoğulları’nın üzerine göndermişti. Ama Müstalikoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında zamanında bir çekişme olduğundan Velîd(r.a.) daha Müstalikoğulları’nın yanına gitmeden yoldan dönmüştü. Geldiğinde ise “Gittim zekât vermediler, bana saldıracaklardı.” demişti. Allah Resûlü(s.a.v.) bunu duyunca çok sinirlenmiş, hemen Hâlid bin Velîd’e(r.a.) orduyu hazırlatmıştı. Tam Hâlid(r.a.) orduyla Müstalikoğulları’nın üzerine gidecekken Hucurât Sûresi’nin altıncı ayeti nazil olmuştu: “Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.”

Efendimiz(s.a.v.) bunun üzerine orduyu göndermedi ve bir daha Velîd’e(r.a.) vazife vermedi. Halk bunları bildiği için Velîd’i(r.a.) vali olarak benimseyemedi.

Hz. Osman(r.a.), Mısır Valiliğine ise Mısır fatihi Amr bin Âs’ı(r.a.) görevden alarak sütkardeşi Abdullah bin Ebû Serh’i(r.a.) tayin etti. Ancak bu kişi de halk arasında pek benimsenmedi. Çünkü Hz. Osman’ın(r.a.) göreve atadığı sütkardeşi Ebû Serh zamanında mürted olmuş, Müslümanların sırlarını müşriklere taşımış birisiydi. Mekke fethinde Allah Resûlü’nün(s.a.v.) “Bunları nerede görseniz, Kâbe örtüsünde bulsanız bile öldürün!” dediği listede de ismi vardı. Mekke fethedildikten sonra Ebû Serh, Hz. Osman’ın(r.a.) vesilesi ile gelip Allah Resûlü’nden(s.a.v.) af istemişti. Efendimiz(s.a.v.) uzun bir süre sessiz kalmış, kendisine af için gelen hiç kimseyi reddetmediği için Ebû Serh’i de affetmişti. (Nesâî, Tahrimu’d-Dem 15, 7/107) İbn Kesîr’e göre En’âm Sûresi 93. Ayet, Ebû Serh için inmişti. Ayette şöyle geçer: “Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken ‘Bana da vahiy geldi’ diyenden ve ‘Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim’ diyenlerden daha zalim kim vardır? O zalimler, ölümün boğucu dalgaları içinde, melekler de ellerini uzatmış, onlara ‘Haydi, canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız!’ derken onların halini bir görsen!”

Ebû Serh’in, mürted olduğu dönemler vahiy kâtipliği yaparken müşriklere gidip “Şu vahiyde böyle dediler ama ben onları şöyle diyerek kandırdım.” dediği bahisleri de vardır. Bu ayetin bu şekilde inmesinin bir sebeb-i hikmeti de budur.

Hz. Ömer(r.a.), Ebû Serh’i zamanında haraç memuru olarak görevlendirmiş ve Ebû Serh o dönemlerde başarılı da olmuştur. Daha sonra Hz. Osman(r.a.) onu hilafeti zamanında vali tayin etmiştir. Ama sicilinden dolayı halk onu bir türlü kabul edememiştir.

Halbuki rivayete göre Peygamber Efendimiz(s.a.v.) de onun affedildiğini ve iman etmesinin önceki günahlarını sildiğini bildirmiştir:

Hz. Osman(r.a.), Peygamberimiz’e(s.a.v.), “Babam, anam sana feda olsun! Anasının oğlu Abdullah’ın seni her görüşünde senden nasıl kaçtığını bir görseydin!” der. Peygamberimiz(s.a.v.) gülümseyerek “Onun biatını almadım mı? Kendisine eman vermedim mi?” diye sorar.

Hz. Osman (r.a.), “Evet Yâ Rasûlallah! Fakat, o, Müslüman olduğu zaman işlediği suçun büyüklüğünü düşünüyor da senin yüzüne bakmaktan utanıyor!” demesine karşılık, Peygamberimiz (s.a.v.): “İslâmiyet kendinden önce işlenmiş olan kötülükleri siler!” buyurur. Hz. Osman(r.a.) hemen dönüp bunu Abdullah b. Sa’d’a (Ebû Serh’e) haber verir. (Vâkıdî, Megâzî, 2/856, 857)

Ebû Serh’in(r.a.) o günden sonra böyle bir hatası olmamış ve İslâm’a hizmet etmeye devam etmiştir. Hz. Osman’ın (r.a) Ebû Serh’i vali olarak atama sebeplerinden birisi de budur.Yukarıda bahsedilen meseleler âsilerin Hz. Osman’ı(r.a.) şehit etmek için açık aradığı sebeplerdir. Güzide sahabelerin özellikle Cihar-ı yâr-ı güzîn efendilerimizin verdikleri her karar içtihattır ve içtihada uymamak hatadır. Hz. Osman(r.a.) her verdiği kararda İslâm’ın ve devletin menfaatini düşünmüş, akrabalarına daha rahat emir verebildiği için onları vazifelerin başına geçirmiş ve birçoğunun maaşını kendi mal varlığından karşılamıştır. Hz. Osman’ın(r.a.) verdiği kararları hata olarak düşünmek en büyük hatadır ve âsilere hak payı vermektir. Hak ortadayken başka bir hak aramak ise Hakk’a karşı hürmetsizliktir.

Yazar : Mehmet Yıldız

EN ÇOK OKUNANLAR

SON EKLENENLER

BENZER MAKALELER