Bizlere deniliyor ki ruhlar aleminde size bir teklif geldi. “İnsan olur musun?” Siz de bu teklifi kabul ettiniz. “Evet ya Rabb! İnsan olurum.”
“Peki insan olunca kulluk vazifeni yapacak mısın?”
“Evet ya Rabb! Tam yapacağım.”
Ortada böyle bir iddia var ama bizler de dahil kimse böyle bir söz verdiğini hatırlamıyor. Bu hatırlamama sonucunda insanın aklında doğal olarak şöyle bir soru oluşuyor: “Ben böyle bir söz verdiğimi hatırlamıyorum o zaman bunun cezasını neden çekeyim?”
Allah(c.c.), Ahzâb suresi 72. ayette şöyle buyuruyor: “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.”
Burada “teklif” ve “kabul etti” kelimelerini unutmamamız gerekiyor zira bu iki kelime sorumuzun cevabını anlayabilmemiz için ehemmiyetlidir.
Dilerseniz bizim böyle bir söz verip vermediğimizi nasıl anlayacağımızı çamaşır makinası örneği üzerinden izah edelim. Çamaşır makinesi proje halindeyken Ar-Ge’de çalışma yapıyorlar ve diyorlar ki: “Ortada kirli çamaşırlar var ve bu çamaşırları yıkamak için bir makine lazım.” O esnada çamaşır makinesi ortaya çıkıyor ve diyor ki: “Ben bu çamaşırları yıkamaya söz veriyorum.”
İşte bu söz verildikten sonra artık o makineden kirli çamaşırları yıkama vazifesi bekleniyor. Projede bu vazifeye anlaşıyorlar. Anlaştıktan sonra çamaşır makinesine bir ceset giydiriyorlar, yani imalata başlıyorlar ve ondan sonra seri üretime geçiyorlar. Tüm bunları çamaşır makinesinin proje safhasında ortada duran kirli çamaşırları yıkamaya söz vermesine binaen yapıyorlar. Bugün neredeyse hepimizin evinde çamaşır makinesi var ve bütün makineler içerisinde çamaşır yıkamak için onun söz verdiği fıtratından yani içerisindeki cihazattan belli.
Şimdi gelelim çamaşır makinesinin bizim “kalu bela”da verdiğimiz söz ile ilişkisine.
Kur’an-ı Kerim’in cisimleşmiş hali kâinattır ve kâinat bir kitaptır. Bize bugün ilim diye okutulan fenlerden her bir fen bu kâinat kitabından yazılmıştır. Sizinle bir gün dağlara gitsek ve orada koyun sürüsüyle yanında bir çoban görsek, etrafı izlerken yerde bir kitap bulsak alıp onların peşinden koşsak, “Bu kitabı düşürmüşsünüz.” diye bulduğumuz kitabı koyuna mı teklif ederiz, çobana mı? Çobana teklif ederiz çünkü koyunda bu kitabı okuyabilecek bir cihazat mevcut değildir.
Şimdi biz az önce kâinata kitaptır dedik ve her kitap bir muhatap için yazılmıştır. Bu kâinat kitabını yeryüzünde herkese teklif edelim mi? Acaba kim okuyabilecek bu teklifi? Mesela siz şöyle diyen bir kuş gördünüz mü? “Ya geçen dallara kondum, şelaleyi izledim mest oldum.” Ya da şöyle diyen bir ceylan; “Ya Urfa’nın dağlarında sektim de o dağlar ne kadar cesametli, heybetli dağlar.” Göremezsiniz, imkânı yok. Çünkü onlarda kâinat kitabını okuyabilecek cihazat yok. Teklif kabiliyetli olana verilir. Bende bir işin kabiliyeti olması demek, ben o işi kabul ettim demektir. Ortadaki kirli çamaşırı yıkamayı çamaşır makinesinin kabul etmesi demek, çamaşır makinesinin kirli çamaşır yıkamaya kabiliyeti var ama buzdolabının, televizyonun kabiliyeti yok demektir.
Askere kazma vermek demek, “Kaz!” emri; kalem vermek demek, “Yaz!” emri olduğu gibi Allah’ın(c.c.) sana kalp vermesi, “Sev!” emridir.
Askere kazma vermek demek, “Kaz!” emri; kalem vermek demek, “Yaz!” emri olduğu gibi Allah’ın(c.c.) sana kalp vermesi, “Sev!” emridir. Akıl vermesi, “Düşün!” emridir. Sadece sana akıl vermesi ise “Sen bu kâinat kitabını okuyabilecek cihazata sahip tek askersin ve düşünmek zorundasın!” emridir. Deseniz ki: “Ben geçmişte verdiğim sözü hatırlamıyorum.” İnanın hatırlamak zorunda değilsiniz. Çünkü sizdeki kabiliyetler Allah’a(c.c.) karşı verdiğiniz sözün evraklarıdır. Allah(c.c.) daha ruhlar alemindeyken bizden sözümüzü aldı. Bizim kâinat kitabını okuyarak O’na(c.c.) kulluk edeceğimiz kabiliyetlerimizden belli olduğundan bu sözümüze güvenerek bizi yarattı ve dünyaya getirdi.