Efendimiz’i(s.a.v.) Taif’te Kimler Taşladı?
Resulullah(s.a.v.) Taif’e Neden Gitti? Taif’te Neler Yaşandı?
Efendimiz’in(s.a.v.) Taif Duası
Efendimizin(s.a.v.) peygamberliğinin onuncu yılıdır ve bu hüzün yılında Allah Resulü(s.a.v.) gönlümün rızkı dediği Hatice’si ile onu her daim koruyup kollayan amcası ebu Talip’i kaybeder. Ve böyle bir yılda Mekke’deki müşrikler Efendimiz’e(s.a.v.) öyle bir hücum ederler ki, Efendimiz(s.a.v.) bir ara artık İslam’ı tebliğ edemez hale gelir. Bir çıkış yolu arayıp “ne yapayım” diye dertlenirken bir gün Zeyd bin Harise’yi(r.a.) de alıp Taif’e doğru gider. Çünkü orada Efendimiz’in(s.a.v.) Sakif kabilesinden dayı oğulları vardır. Taif Mekke’ye 120 km uzaklıkta, bağları, bahçeleri ile meşhur bir beldedir ve Efendimiz(s.a.v.) oraya Zeyd bin Harise(r.a.) ile yürüyerek gizlice gitmiştir. Peki Efendimiz(s.a.v.) Taif’e, onca sıkıntılı insanın arasına, neden Hz. Ali(r.a.), Hz. Ömer(r.a.) gibi kendine daha güç katacak kişilerle değil de Zeyd bin Harise(r.a.) ile gitmiş? “Şayet olur da orada başıma bir iş gelirse onlar arkada kalsın ki davamızı devam ettirsinler.” diye düşünmüş ve Ömer(r.a.), Ali(r.a.), Osman(r.a.) gibi sahabeleri yanına almamış, geride bırakmıştır. Allah Resulü(s.a.v.) oraya gittiğinde Sakif kabilesinin büyükleriyle 10 gün boyunca oturur ve onları: “Gelin şu şirkin, küfrün bataklığından kurtulun.” diye İslam’a davet eder. Sakif kabilesinin büyükleri ise Efendimiz’i(s.a.v.) reddetmeyi bırakın, O’na(s.a.v.) o kadar küstahça cümleler ederler ki… birisi der: “Allah bula bula peygamber diye seni mi buldu? (Haşa!)” Bir başkası: “Allah göndere göndere Abdülmuttalip’in yetimini mi peygamber gönderdi?” Bir diğeri ise o dönem için çok büyük bir yemin olan: “Sen peygamber isen ben de Kâbe’nin örtüsünün hırsızıyım. (Haşa!)” Efendimiz(s.a.v.) dışarı çıkar çıkmaz Taif’te ne kadar serseri ve çocuk varsa 3,5 km boyunca hepsine Efendimiz’i(s.a.v.) taşlatıyorlar. Zeyd bin Harise(r.a.) ellerini açıyor ve Resulullah’a(s.a.v.) siper olmaya çalışıyor. O esnada vücuduna gelen taşlardan değil de Efendimiz’e(s.a.v.) isabet eden taşlardan dolayı acı çekiyor “nasıl ben bu taşa siper olamadım” diye. Efendimiz’in(s.a.v.) ayakları kan revan içinde kalıyor, üç buçuk kilometreyi bitiremiyor. Birçok yerde, sık sık zaman oturmak zorunda kalıyor. O kışkırtılmış, iğfal edilmiş serseriler ve çocuklar O’nu(s.a.v.) zorla ayağa kaldırıyorlar ve taşlamaya devam ediyorlar. Bir ara Efendimiz(s.a.v.) nefes alamaz hale geliyor ve Taif’te bir üzüm bahçesi buluyor. Hemen kendini Zeyd bin Harise(r.a.) ile birlikte o üzüm bahçesine atıyor. Ellerini Rabbine açıyor ve bir münacatta buluyor: “Allah’ım güçsüz kaldığımı, çaremin tükendiğini, insanların beni hor gördüğünü Sana şikâyet ediyorum. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, Sen gerçekten merhamet edensin, beni kime bıraktın, beni bir yabancının eline mi ittin yoksa bana zülüm edecek bir düşmanın eline mi saldın beni ey Allah’ım. Allah’ım, Sen’den bana bir gazap gelmesin de ben bu başıma gelenlere razıyım. Yine de Sen bana afiyet verir bu dertlerden beni kurtarırsan bunu da hoş karşılarım. Ey Rabbim görevimi yapamadım diye Sen’den bana bir gazap inecek, başıma bir felaket gelecek olursa ben yine Senin dünyayı ve ahireti aydınlatan yüzünün nuruna sığınırım. Beni himaye edecek sensin Allah’ım. Sen bu görüntüden hoşnut isen benim hiçbir şikâyetim yoktur. Zaten Sen’den başka hiçbir güç ve kuvvetim de yoktur Allah’ım.” Taif’te Efendimiz’in(s.a.v.) yorulunca sığındığı üzüm bağının sahipleri Utbe bin Rabia ve Şeybe bin Rabia denen ebu Cehil meşrebinden iki alçak insan. Utbe ve Şeybe Mekke’de Efendimiz(s.a.v.) Kabe’de namaz kılarken O’nun(s.a.v.) üstüne deve işkembesi bırakıp köşede kahkahalarla gülen altı kişiden iki tanesi. Üzüm bahçelerinin sahibi bu iki kardeş, Efendimiz’i(s.a.v.) Taif’te o halde görünce üzülüyor ve köleleri Addas ile Efendimiz’e(s.a.v.) yesin diye bir kase üzüm gönderiyorlar. Efendimiz(s.a.v.) üzümü ağzına atarken: “Bismillah.” diyor. Köle Addas: “Allah, Allah bu nasıl bir söz daha önce hiç duymadım.” diye şaşırıyor. Efendimiz(s.a.v.): “Ey Addas sen nerelisin?” diye soruyor. Addas: “Ninovalıyım.” diye cevap verince Efendimiz(s.a.v.): “Desene sen Yunus bin Metta’nın hemşehrisisin.” Addas şaşırıyor: “Sen Yunus bin Metta’yı nerden biliyorsun?” diyor. Efendimiz(s.a.v.): “Yunus bin Metta da bir peygamberdir ve diğer peygamberler gibi benim kardeşimdir.” deyince Addas, Efendimiz’in(s.a.v.) elini, ayağını öpmeye başlıyor. Bunu gören sahipleri Addas yanlarına döndüğünde yüzüne tükürüyorlar: “Sen ne rezil bir adam ne bedbaht bir kölesin. Nasıl olur da böyle bir adamın eline, ayağına yapışırsın?” diye hakaretler ediyorlar. Addas ise onlara: “Vallahi ben yeryüzünde bundan daha hayırlı bir adam görmedim.” diyor ve orada iman ediyor. Allah Resulü(s.a.v.) soluklanacak ufacık bir zaman bulunca o üzüm bağından kalkıyor. Efendimiz’in(s.a.v.) zatını üstünden bir bulut takip ediyor ve Efendimiz(s.a.v.) bir bakıyor bulutun içinden Cibril(a.s.) çıkıyor. “Ya Muhammed, Rabbin başına gelenleri gördü ve sana bu dağ meleğini gönderdi, eğer istersen, bir işaretinle iki dağı birden Taiflilerin üzerine paramparça edecek.” Efendimiz(s.a.v.) Taif’te başına gelen onca şeyden, taşlanmaktan, hakarete uğramaktan korkmuyor ama Cibril’in(a.s.) bu söylediklerinden çok korkuyor. “İstemem, onlara bunu yapmayın. İsterim ki; ileride onların içerisinden İslam’ı yaşayabilecek bir nesil çıksın, İslam’ı yaşayacak bir nesil sümbüllensin.” diyor. Neticede Efendimiz’in(s.a.v.) o mübarek duaları kabul oluyor, Taif şu an bir İslam bölgesi ve orada Mescid-i Addas dediğimiz köle Addas’ın mescidi var. Taif’te yaşanan o zahmetli süreçlerden sonra Efendimiz’e(s.a.v.) iki büyük müjde gelir. Birincisi Miraç yani yükselme hadisesi. Adetullah odur ki; Taif’ten sonra Miraç gelir. Yani Taif’te taşlanmayana Miraç yoktur. İkinci büyük müjde ise; Efendimiz(s.a.v.) Mekke’de İslam’ı mayalayabileceği bir diyar bulamadığından Taif’e gelmişti. Taif’te zahiren bunu o an için başaramadı ama Allah(c.c.) çok kısa bir süre sonra Yesrib’in kapısını açtı. Yesrib, Medine’ye döndü ve bir İslam yurdu oldu.
Yazar : Mehmet Yıldız