Efendimiz(s.a.v.) hayatı boyunca ne sıkıntılar yaşamıştır?
-Kabe’de ibadet eden kimi bulsalar derdest ettikleri bir gün, Sad bin ebi Vakkas’ın(r.a.) bir parça deve derisi yiye yiye günler geçirdiği Mekke’nin o çileli, boykot dönemlerinde Efendimiz’in(s.a.v.) yanına sırtında kömür yanıklarıyla Habbab bin Eret geliyor: “Ya Resulallah bir dua etsen de bitse artık bu çile bu işkence.” diyor. Efendimiz(s.a.v.) ise Habbab’a bu yolun kaderinin ne olduğunu öğretircesine: “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ınyardımı yakındır.” buyuruyor. -Bir gün Efendimiz(s.a.v.) evde uyuyor, başucunda da Medine’den sahabelerinden aktar olan efendimiz ebu’d-Derda duruyor. Ebu’d-Derda elini Efendimiz’in(s.a.v.) alnına bir koyuyor, ateşler içinde yanıyor Efendimiz(s.a.v.). “Ya Resulallah sen ne haldesin? Ateşler içinde yanıyorsun. Ne yapayım, sana nasıl yardım edeyim.” diyor, Efendimiz(s.a.v.) orada şu hadisi söylüyor: “Eşeddül bela alel enbiya sümmel evliya felemsal, felemsal.” En şiddetli bela, peygamberlere, velilere ve benzerlerine gelir. “Ey ebu’d-Derda belanın en şiddetlisi önce peygamberlere daha sonra evliyalara daha sonra da derecesine göre diğer insanlara gelir. O yüzden sen sakın bu beladan korkma.” – Efendimiz(s.a.v.) sıkıntıya sadece peygamberken düçar olmamış. Bebekliğinde dünyaya gözünü bile açmadan belalarla yoğrulmuş. Anne karnındayken babası Abdullah’ı kaybetmiş. Altı yaşına geldiğinde annesi Amine validemizi toprağa vermiş. Bir liman olarak dedesi Abdülmuttalip’e sığınmış ama sekiz yaşında da onu kaybetmiş. Bu evrelerin içerisinde, bir müddet dayılarıyla olduğu dönem, bir süre de süt annesi Halime’yle olduğu birkaç yıl mevcut. Daha ufacık yaşında kaç tane ev değiştirmek zorunda kalmış. -Efendimiz(s.a.v.) Hicret’in sekizinci yılında Mariya(r.a.) annemizle evleniyor ve oğlu İbrahim efendimiz dünyaya geliyor. İbrahim’in oluşuna sadece Resulullah(s.a.v.) değil mele-i a’la bile öyle seviniyor ki Cibril-i Emin(a.s.), Efendimiz’e(s.a.v.) künye olarak ebu İbrahim diye hitap ediyor. Ama Efendimiz(s.a.v.), on sekiz aylıkken İbrahim’ini de toprağa veriyor. Bir baba düşünün altı evladının beşini kaybetmiş, kaybettiği anda dahi imtihanı bitmiyor. İbrahim’in vefatında güneş tutulması yaşanıyor. Birileri diyor ki: “İbrahim’in vefatından güneş dahi hüzne boğuldu o yüzden tutuldu.” Birileri diyor ki: “Muhammedpeygamber olsa Allah, O’na bu acıyı çektirir miydi? Güneş tutulur muydu?” Münafıklar başka şeyler diyor ve her kafadan bir ses çıkıyor. Bunun üzerine on sekiz aylık yavrusunu yeni toprağa veren Efendimiz(s.a.v.) hutbe vermek durumunda kalıyor: “Güneş’in açılması da tutulması da Allah’ın bir ayetidir, İbrahim’le bir alakası yoktur.” -Bir gün Efendimiz(s.a.v.) Uhud’a bakıyor: “Ey Uhud bil ki, bu bana inen hüzün sana inseydi paramparça olurdun.” diyor. Başka bir rivayette ise: “Ben hüzünle arkadaş gibi oldum.” buyuruyor. Abdurrahman bin Avf(r.a.), O’nu(s.a.v.) hüzünlü ve gözü yaşlı görüp: “Ya Resulallah, kâinat senin için yaratıldı. Sen alemlere rahmetsin, söylesene sen de mi ağlıyorsun?” dediğinde; Efendimiz(s.a.v.): “Göz yaşarır, gönül mahzun olur ama şu ağızdan Allah’ı(c.c.) hoşnut etmeyecek hiçbir cümle çıkmaz ey Abdurrahman.” diye cevap veriyor. -Efendimiz(s.a.v.) öyle günler, öyle zamanlar, öyle devirler geçirmiş ki: “Beni dinlemiyorlar, anlattıklarımı anlamıyorlar, sonsuz hayatlarını tehlikeye atıyorlar.” diye kendisine eziyet verdiği anlar olmuş. Bir gün yine öyle anların birinde Şuara suresi 3. ayet nazil olmuş. “İman etmiyorlar diye nerdeyse kendini helak edeceksin!” -Efendimiz(s.a.v.) ne zaman dostlarım dediği sahabelerden biri vefat etse üzülmüş, gözyaşı dökmüş. Ama ne zaman Allah’ın(c.c.) mesajını almadan, iman etmeden birisi vefat etse ona, sahabelerden daha çok üzülmüş. Çünkü imanlı birinin gittiği cennetten de haberdar, imansız birinin karşılaşacağı o cehennemden de. Gönlü o hüzne dayanmıyor, “nasıl olur da Rabbimin mesajını almadan bu dünyadan tesbih taneleri gibi dağılıp göçüp gidiyorlar” diye kendisini hüzne gark ediyor. Selman-ı Farisi(r.a.) diyor ki: “Resulullah başımızda, başına her gelene karşı öyle bir sabırla dayandı öyle bir dişini sıkıp bizimle ilgilenmeye devam etti ki, biz taharet almayı bilmeyen adamlardık, bizi Sasanileri yönetecek adamlara çevirdi.” -Visal orucu diye bir oruç vardır. Bu oruçta 2-3 gün boyunca hiçbir şey yenmez. Efendimiz(s.a.v.) bir gün öyle visal oruçlu geçirdiği bir dönemde gece yatağında döner durur, uyuyamaz. Onu öyle gören Aişe(r.a.) validemiz sorar: “Ya Resulullah neden uyuyamadın, böyle dönüp duruyorsun?” Efendimiz(s.a.v.): “Açlık uyutmuyor ya Hümeyra’m.” der. Efendimiz(s.a.v.) uyuyamayınca dışarı dolaşmaya çıkar ve bir yanda Hz. Ebubekir’i(r.a.) bir yanda da Hz. Ömer’i(r.a.) görür. Efendimiz(s.a.v.) ve bu iki yoldaşı aç aç beraber gezerlerken Ebul Heysem’in evinde iki lokma yemek yerler de o gece ancak uyuyabilirler. -Huneyn Gazvesi’nden ganimet olarak Efendimiz’e(s.a.v.); altı bin esir, yirmi dört bin deve, kırk bin koyun, gümüşler, altınlar, kıyafetler, zümrütler, mücevheratlar geliyor. Ganimetler Efendimiz’in(s.a.v.) önüne seriliyor, Efendimiz(s.a.v.) o ganimetleri şöyle bir seyrediyor, hiçbiri umurunda olmuyor. Tam o esnada Safvan ganimetlere içli içli bakıyor. Efendimiz(s.a.v.) onun öyle baktığını görünce: “İster misin ya Safvan buradan yüz deve de sana vereyim?” diyor. Safvan şaşırıyor: “Nasıl yani, durduk yere bana yüz deve mi vereceksin?” diyor ve Efendimiz’in(s.a.v.) yüz deveyi kendisine vermesi ile Medine sokaklarında: “Koşun koşun insanlara ancak bir peygamber bu kadar verebilir!” diye bağıra bağıra koşuyor. Aynı varlık döneminde kızı Fatıma(r.a.) yanına gelip: “Babacığım evde bana yardımcı olacak bir kişi…” deyince Efendimiz(s.a.v.), kızının lafını yarıda kesiyor: “Suffa meclisindeki talebeler dururken hayır Fatıma, sana asla bir yardımcı gelemez.” diyor. Efendimiz(s.a.v.) bu vakıanın üstüne kızı Fatıma’ya(r.a.): “Ey Fatıma sana evdeki yardımcıdan daha hayırlı bir şey söyleyeyim mi? Sen gece 33 kez Sübhanallah, 33 kez Elhamdülillah, 33 kez Allahuekber diyerek uyu. Senin bedenin de doyacak ruhun da. Başka bir eksiğin ve ihtiyacın kalmayacak.” buyuruyor. Babasının buyruğuna Fatıma(r.a.) annemiz: “Bunlarla karın mı doyar baba?” demiyor. Babasının söylediğini anında harfiyen uyguluyor ve ertesi gün: “Bedenime kuvvet geldi baba.” diyor. Aynı nazardan ileride Hz. Ömer(r.a.) karşımıza çıkıyor. Bir gün savaş ganimetleri birikmişken Hz. Ömer’in(r.a.) akrabaları geliyor: “Ya Ömer, savaş ganimetinden biraz da bize versen.” diyorlar. Hz. Ömer(r.a.) ise aynı Efendisi(s.a.v.) gibi: “Ne diyorsunuz siz! Bedir’in ashabı dururken size ganimet mi düşer?” diyor ve onları gönderiyor. -Bir gün Abdullah bin Ömer’in oğlu, Hz. Ömer’in(r.a.) torunu Bilal, hanımına cuma günü mescide gitmeyi yasaklıyor. Bunun üstüne hanımı kayınbabası Abdullah bin Ömer’e geliyor: “Babacığım Bilal iyidir hoştur lakin böyle bir durum var. Bilal bana Resulullah’ın izin verdiği mescide gitmeyi yasakladı.” diyor. Bunun üzerine Abdullah bin Ömer oğlu Bilal’i yanına çağırıyor: “Bak oğlum, zamanında biz de benzer bir tepkide bulunduk ve: ‘Ya Resulullah kadınların bizimle mescide gelmesi, orada yer işgal etmesi doğru mudur?’ diye sorduk. Resulullah(s.a.v.) bu sorumuza: ‘Siz karışmayın mescit o hanımların yeridir.’ diye cevap verince biz sustuk.” diyor. Abdullah bin Ömer oğluna dönüp: “Anladın mı Bilal?” deyince oğlu: “Anladım babacığım ama…” diyor, ama kelimesini duyan Abdullah bin Ömer hayatımız boyunca belki de hiçbir zaman göremeyeceğimiz bir reaksiyonda bulunuyor. “Ne diyorsun sen çocuk ne aması! Resulullah’ın lafının üstüne “ama” diyen benim evladım olamaz.” diyor ve oğlu Bilal ile bir süre konuşmuyor. -İfk Vakası yaşanıyor. Bir sefer dönüşü Aişe(r.a.) validemiz gerdanlığını düşürdüğünden ötürü geride kalıyor. Dönemin baş münafığı Abdullah Ubey ibni Selül, Aişe(r.a.) validemizi Safvan’la dönerken görünce: “Hayret bir adam ve bir kadın ne işleri var?” diyor ve bu fitne ortalığa yayılıyor. Bu acı hadise yaşanırken daha da acı bir durum yaşanıyor. Efendimiz’in(s.a.v.) en yakınlarından olan üç kişi, maalesef o iftiraya inanıyor ve iftiranın yayılmasına farkında olmadan vesile oluyor. Bu üç kişiden birisi Efendimiz’in(s.a.v.) yanından hiç ayırmadığı ve birçok meselede şahitlik yaptırıp peşine şiirler okuttuğu Hasan bin Sabit. Diğeri 313 kişi olan Bedir ashabından bir sahabe Mistah ibni Üsase, bir diğeri ise Musab bin Umeyr’in(r.a.) eşi, Efendimiz’in(s.a.v.) de hala kızı Zeynep binti Cahş(r.a.) annemizin kız kardeşi Hamme binti Cahş. Bu üç kişi fitnenin yayılmasına vesile oluyor. İfk Vakıası ayetle sabit olduktan sonra üçüne de hat cezası uygulanıyor. Efendimiz(s.a.v.) vakıadan sonra onlara bir kez bile, “siz nasıl oldu da bu iftiraya karıştınız” demiyor, bir kez bile konusunu açmıyor. İlk günkü muhabbeti nasılsa vakıadan sonra da aynı şekilde bağrına basmaya devam ediyor. -Abdullah Übey ibni Selül, dönemin baş münafığı, ölmesine yirmi gün kalmış yatakta ateşler, sancılar içerisinde yatıyor. İbni Selül’ün oğlu Abdullah çok güzel bir Müslüman. Geliyor ve: “Ya Resulallah babam senden hırkanı istedi vermez misin?” diyor. Efendimiz(s.a.v.) dönüp bir münafığa hırkasını veriyor. Aradan yirmi gün geçiyor ibni Selül ölüyor oğlu Abdullah yine geliyor: “Ya Resulallah babamın cenaze namazını sen kıldırsan olur mu?” Bütün olayı an be an müşahede eden Hz. Ömer(r.a.) artık dayanamıyor. “Olmaz Ya Resulallah bu kadarı da olmaz.” diyor. Efendimiz(s.a.v.): “Ya Ömer ben engellenmediğim müddetçe o namazı kıldıracağım.” buyuruyor ve Tevbe suresi 84. ayetin gelmesi ile Efendimiz(s.a.v.) bundan men ediliyor. Efendimiz(s.a.v.) Tebük Gazvesi hariç bütün gazvelerde ibni Selül’ü yanında götürüyor. Bir gün Aişe(r.a.) annemiz soruyor: “Ya Resulallah aklım almıyor. Sen, ibni Selül gibi bir adamı nasıl oluyor da sürekli yanında dolaştırıyorsun.” “Ya Hümeyra’m; onların hileleri çoktur, maskesi bindir, dostları fazladır. Ben böylelerini yanımda gezdirip ihtiyat etmezsem, bir köşeye bırakırsam, o yılanların yavruları çoğalır. Nasıl olur da ben onu yanımda gezdirmeyeyim” -Mekke dönemleri boykot diye bildiğimiz Şib-i ebu Talip vakası yaşanıyor. Efendimiz’i(s.a.v.) ve onun soyundan olan Haşimoğullarını, ebu Talip mahallesi denen bir mahalleye sıkıştırıyorlar. “Hiç kimse onlarla alışveriş etmeyecek, onlara yanaşmayacak, onlarla konuşmayacak. Konuşan olursa böyle böyle yaparız, alışveriş yapan olursa şöyle ederiz…” diye bir boykot listesi hazırlayıp listeyi Kabe’nin duvarına asıyorlar. Üç yıl boyunca içeri bir kuru ekmeğin bile girmemesi için çaba sarf ediyorlar. -Efendimiz(s.a.v.) bi’setten on üç yıl sonra Hz. Ebubekir(r.a.) ile birlikte Medine’ye hicret ediyor. Kuba Mescidi’nden Cuma Mescidi’ne 400 metre mesafe var, Efendimiz(s.a.v.) coşkudan, sevinçten, heyecandan insanların onları kucaklamasından, muhabbet isteğinden dolayı dört saat boyunca yürüyor, ilk cuma namazını kıldırıyor. Daha sonra Efendimiz(s.a.v.) hutbe irad etmeye minbere çıkıyor ve hayret edilecek bir konuşma yapıyor. “Mekkeliler bana böyle yaptı demiyor, onları yermiyor.” konusu asla bu değil. “Ey Ensar siz ne şereflisiniz, bana kapı açtınız.” onu da demiyor, konusu o da değil. “Bizi kurtaracak yalnız ve yalnız ihlastır.” diyor ve hutbede başka bir şey konuşmuyor. -Hendek’ten sonra hicretin 5. yılı, Mekke’nin ambar sorumlusu Sümame bin Üsal iman ediyor. İman ettikten sonra Mekke’ye varır varmaz: “Size arpa da yok buğday da yok.” diyor. Bunun üzerine Efendimiz’e(s.a.v.) etmedik eziyet, atmadık iftira bırakmayan ebu Süfyan Medine’ye, geliyor ve: “Ya Muhammed(s.a.v.); açlıktan kırıldık söylesene bize niye böyle eziyet ediyorlar?” diyor, Efendimiz(s.a.v.) Mekke’ye ambarların açılması için pusula gönderiyor. “Beter olun demiyor, yazıklar olsun size demiyor, ambarları açın insanları açlıktan kırmayın.” diyor. -Mekke’nin fethi oluyor, Efendimiz(s.a.v.) on bin kişi ile Mekke’ye hareket ediyor. “Ey bana bunları eden Mekke, şimdi intikam günü.” demiyor, başını usulca devesinin hörgücüne yaslıyor, dilinde dualar, gözünde yaşlarla Mekke’ye giriyor. Koca peygamber 13 yıl boyunca zulüm çekmesine rağmen, Kabe’nin anahtarını gene onlara bırakıyor. Hangi Mekkeli hangi meslek grubundaysa aynı meslek grubunda kalmaya devam ediyor. Onları evlerinden çıkarmıyor. Yaptıkları işlerden geri tutmuyor. Onlardan kimilerinin ağırına gider de imandan çıkarlar diye Mekke’ye bile yerleşmeyip tekrar Site-yi İslam’ı kurduğu Medine’ye dönüyor.
Yazar : Mehmet Yıldız