EVLİLİK KADER MİDİR? ALLAH, BENİM KİMİNLE EVLENNECEĞİMİ BİLİYOR MU?
Birkaç örnek ile bu soruya cevap verelim.
1.Misal: Erzurum’dan İstanbul’a doğru üç aracın yola çıktığını varsayalım.
Birinci aracımız Sivas’ta, ikinci aracımız Kırıkkale’de, üçüncü aracımız ise Bolu’da olsun. Yol güzergâhını incelediğimizde Bolu’da olan araç, Kırıkkale’dekine kıyasla önde, yani gelecektedir. Kırıkkale’de olan araç ise Sivas’ta olana göre önde, yani gelecekte, Bolu’dakine göre ise geride yani geçmiştedir. Son olarak Sivas’taki aracı da ele alırsak. O da diğer iki araca kıyasla geride yani geçmiştedir.
Şimdi size birkaç soru!
Araçlar arasında geçmiş, gelecek gibi tabirler kullanılırken yukarıda olan ve üç aracı da aynı anda aydınlatan güneş nerededir? Güneş hangi araca göre geçmişte, hangi araca göre gelecektedir?
“Geçmiş, gelecek ve şimdi” gibi zaman ifade eden kavramlar güneş için geçerli değildir. Çünkü güneş, bu üç aracı da aynı anda aydınlatıp, ışığı ile bu üç aracı aynı anda kuşattığından tüm bu tabirlerden münezzehtir. Aynen bunun gibi bizler de kâinatın yaratılması ile başlayan zaman yolculuğunun bir yerindeyiz. Bizden önce yaşayan ve yaşanan her şey bize göre mazide yani geçmişte kalmıştır. Bugün yaşanmakta, bu andan sonraki zamanlar ise bize kıyasla gelecek konumunda bulunmaktadır.
Araçlar ve güneş misalimizi hatırlayacak olursak, nasıl araçlar arasında geçmiş, gelecek kavramları konuşulurken güneş için bu kavramlardan bahsedemiyorsak aynen onun gibi Allah için de bu kavramlardan bahsedemeyiz. Çünkü Allah; geçmiş, gelecek, şimdiki zaman kavramlarından münezzehtir. O bütün zamanları ilminin ışığı ile kuşatmıştır.
Günümüzde ezel kavramı, sanki sadece geçmişi kapsayan bir kelimeymiş gibi kullanılıyor. Hâlbuki durum hiç de böyle değildir. Ezel; başı ve sonu olmayan, zamandan ve mekândan münezzeh olan, hiçbir kayıt ve kaideye bağlı bulunmayan Allah’ın bir sıfatıdır.Bu sıfat; geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanın tamamını aynı anda kapsayan bir nitelik taşır. Bu durumu bir örnekle açıklayacak olursak bir çocuk zaman içinde büyür, gelişir ve olgunlaşır. Yani bu, öncesi, şimdisi ve sonrası olan bir durumdur. Zamana bağlı olma kaidesi insan için geçerli olmakla birlikte çocuğun gelecekteki hali ancak yaşanarak kavranılır ve anlaşılır. Oysa Allah, ezelî ilmi ile her şeyi kuşattığı için onun ilminde geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman kavramları yoktur. O’nun nezdinde her şey şimdiki zaman hükmündedir.
İşte Allah’ın ilminin geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği aynı anda kuşatmasına ezeliyet; bu zaman diliminde ne yapacağımızı bilmesine ise “kader” denir.
Allah ezelî ilmi ile bütün zamanları aynı anda kuşattığından bizim hür irademizle gelecekte ne yapacağımızı da bilir ve kader defterimizi bizim eylemlerimize göre yazar. Yani bizler, Allah yazdı diye birini kendimize eş olarak seçmeyiz. Bilakis Allah, bizim kimi eş olarak seçeceğimizi geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği aynı anda kuşatan ezelî ilmi ile bildiğinden dolayı o kişiyi kader defterinde bize eş olarak yazar.
2.Misal: Elimizde bir elma olduğunu varsayalım. Bu elmanın zihnimizdeki şekli bizim için ilim iken, elmanın bizim zihnimizden bağımsız mevcut şekli ise malumdur.
Şimdi size bir soru daha:
Acaba ben elmayı bu şekilde bildiğim için mi elma böyle veya elma böyle olduğu için mi ben böyle biliyorum? Yani benim ilmim, malum olan elmanın şekline mi bağlı yoksa malum olan elma, ilim olan benim bilmeme mi bağlı? Eğer ben elmayı karpuz olarak bilseydim elma karpuza dönüşebilir miydi?
Elbette hayır! Malum olan elmanın şekli benim ilmime bağlı değildir. Çünkü ben onu bu şekilde bildiğim için elma bu şekle bürünmedi. Aksine elma bu surette olduğu için ben onu böyle biliyorum.
3.Misal: Farz edelim ki benim kasamda 500₺ var ve siz benim kasamda 500₺ olduğunu biliyorsunuz. İşte sizin benim kasamda 500₺ olduğunu bilmeniz “ilim”, benim kasamdaki 500₺ ise “malum” dur.
Peki siz bildiğiniz için mi benim kasamda 500₺ var yoksa benim kasamda 500₺ olduğu için mi siz böyle biliyorsunuz? Yani ilim maluma mı tabi yoksa malum ilime mi tabi?
Elbette ilim maluma tabi. Yani siz bildiğiniz için benim kasamda 500₺ yok, aksine kasamda 500₺ olduğu için siz öyle biliyorsunuz. Eğer bunun tam tersi olsaydı yani malum ilime tabi olsaydı, siz benim kasamda 500₺ yerine 500.000₺ var derdiniz ve hepimiz zengin olurduk.
4.Misal: Bir padişahın misafirhanesinde bulunduğumuzu farz edelim. Bu misafirhanede giriş katta bir hol ve katlara gitmemizi sağlayacak bir asansör bulunsun.
Misafirhanenin 1. katında çok leziz yemeklerin olduğu bir tesis, 2. katında yemekten sonra manzara eşliğinde çayınızı içip dinlenebileceğiniz bir tesis, 3. katında etrafı çok güzel çiçeklerle dolu yürüme alanlarının bulunduğu bir tesis, 4. katında spor salonları, 5. katında başka güzellikler… Derken her katında farklı nimet ve ihsanların bulunduğu ve yukarı doğru çıktıkça bu nimet ve ihsanların arttığı bir dizayn düşünün. Aynı misafirhanenin alt katına indikçe -1. katta 100 derece, -2. katta 200 derece, -3. katta 300 derece olarak her bir kat inildiğinde 100 derece artan bir sıcaklık dizaynı düşünün.
Misafirhanenin üst katındaki güzelliklerin de alt katındaki azap yerlerinin de oluşturulmasında bizim hiçbir tesirimiz yoktur. Onların oluşturulması ve dizaynı bize değil, padişaha aittir. Bu misafirhanede bize verilen tek imkân, yukarı katlara çıkmak için de aşağı katlara inmek için de asansöre binmek ve istediğimiz katın düğmesine basmaktır. Bizler asansörün üst kat düğmelerine basarsak asansör bizi üst katlara, alt kat düğmelerine basarsak bizi alt katlara götürecektir. Çünkü düğmeye basma işi yani irade bize aittir. Aynen öyle de bu kâinatta da bizim sahip olduğumuz tek şey yalnızca bir asansör düğmesi niteliğindeki cüz’i irademizin elindedir. Karşımıza çıkan olayları, güzellikleri ve çirkinlikleri yaratmak ise Cenâb-ı Allah’a aittir.
Bizdeki cüz’i irade esasen zayıf ve basit olmakla birlikte, Allah yaratacağı hadiselerde bizdeki cüz’i iradeyi bir şart olarak koymuş ve bizlere manen, “Ey kulum! Sen kendi istek ve iradenle hangi yolu istersen, seni o yolda yürütürüm. Öyleyse mesuliyet sana aittir.” demiştir. Edindiğimiz bunca hakikatten sonra gelelim evliliğin kader olup olmaması meselesine.
Allah insanın kaderini ikiye ayırmıştır:
Bunlardan birisi ihtiyarî kaderdir ki yukarıda bahsettiğimiz ezel, ilim maluma tabi ve cüz’i irade kavramları, kaderin bu nev’ini açıklar niteliktedir. Burada kul tercih ettiği her şeyden mesuldür. Çünkü irade kendisine bağlıdır. Biz neye karar vereceksek ve ne yapacaksak Allah geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği aynı anda kuşatan ezelî ilmi ile bilmiş ve o şekilde Levh-i Mahfuz’ayazmıştır.
Allah’ın seçeceğimiz eş adayını ezelî ilmi ile bilmesi kader olurken, onu bizim tercih etmemiz ise cüz’i iradedir. Cenab-ı Allah ekseriyetle evlilikleri ihtiyarî kaderde yani kişinin tercihleri neticesinde bulmasını sağlar. Burada önemli olan ayrıntı; Allah, evlenmek için kimi bulacağımızı bilir ve sadece sebeplere müracaat edilmesini ister. Ama bazen de Cenab-ı Allah’ın öyle kulları olur ki, onların evlilikleri kaderin ikinci kısmı olan ızdırarî kadere girer. Parmaklarını bile oynatmasalar Allah ya onlara çok hayırlı bir eş verir, bolca şükretsinler diye ya da çok çileli, sıkıntılı bir evlilik yaşatır çokça sabretsinler diye.
İmam-ı Azam Ebû Hanife Hazretlerinin babası Sabit Hazretleri kaderin bu kısmına dâhil olan isimlerden birisidir. Sabit Hazretleri, küçük yaştan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi bir insan idi. Yüzü gayet nurlu olup zühdü, salahı ve ilmi pek zengindi.
Sabit Hazretleri bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü ve abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan o elmayı alıp yedi. Fakat Sabit Hazretlerinde beklenmedik bir hal görüldü. Tükürüğünde kan vardı. Sabit Hazretleri şimdiye kadar böyle bir hal ile karşılaşmadığı için bu kanın elmadan ileri geldiğini düşündü ve yediğine pişman oldu. Sabit Hazretleri bu pişmanlıkla elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gözüne ilişti. Etrafta gördüğü kimselere bahçenin sahibinin kim olduğunu sordu. İnsanlar bahçe sahibinin gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, değil bir elma, ağaçta bulunan tüm elmaları toplayıp götürse yine ona bir şey demeyeceğini Sabit Hazretlerine anlatmaya çalışsalar da, Sabit Hazretlerinin gönlü mutmain olmadı ve bahçenin sahibini buldu. Başına gelenleri anlattı ve bahçe sahibinden ya elmanın parasını almasını ya da elmayı helal etmesini istedi.
Bahçe sahibi Sabit Hazretlerinin bu halini görünce takva ve verasında samimi olup olmadığını öğrenmek istedi ve aralarında şöyle bir konuşma geçti:
-Yediğin elmam için bana ne vereceksin?
-Altın, gümüş neyim varsa onu vereyim.
-Ben altın gümüş istemem ama eğer kıyamette senden davacı olmamı istemezsen bir şartım var.
-Nedir?
-Bahçemde çalışman.
Sabit Hazretleri ahirete kul hakkı ile gitmemek için bahçe sahibin şartını kabul etti. Bir müddet çalıştıktan sonra bahçe sahibine gitti ve helallik istedi. Bahçe sahibi ise Sabit Hazretlerinin tekrar helallik istemesi üzerine “Son bir şartım daha var, onu da kabul edersen hakkım sana helaldir.” dedi. Sabit Hazretleri, “Şartınız nedir, lütfen söyleyin!” dedi.
-Yapacaksan söyleyeyim.
-İslamî şartlara uygunsa yapabilirim.
-Benim kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var. Onunla evlenmeye razı olursan o zaman yediğin elmayı sana helal edebilirim.
Sabit Hazretleri bahçe sahibinin bu teklifini biraz düşündükten sonra ahirete kul hakkı ile gitmemek için teklifi kabul etti. Düğün hazırlıkları yapıldı ve nikâh kıyıldı. Sabit Hazretlerinin ilk gece odaya girmesi ile çıkması bir oldu. Hemen kayınbabasına koşup “Efendim galiba bir yanlışlık oldu. İçeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok. Tam tersi görür gözü, işitir kulağı, konuşur tatlı dili ile güzeller güzeli bir kız var” dedi.
Kayınbabası Sabit hazretlerinin bu haline tebessüm ederek: “Evladım o benim kızım, senin ise helalindir. Ben sana kör dediysem o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem o hiç haram işitmemiştir. Dilsiz dediysem o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına. Allahû Teala mübarek ve mesut eylesin.”demiştir.
İşte ızdırarî kaderin bir araya getirdiği o kıymetli anne babadan da İmam-ı Azam Ebû Hanife Hazretleri dünyaya gelmiştir.
Yazar : Mehmet Yıldız