EFENDİMİZ HZ. ALİ’Yİ HAYBER’İN FETHİNDE NEDEN ‘EY ALİ YAVAŞ OL’ DİYE UYARDI?
HZ. ALİ’NİN HAYBER’İN FETHİNDE KALE KAPISINI KENDİSİNE KALKAN YAPTIĞI DOĞRU MUDUR?
HAYBER’DE HZ. ALİ’NİN BIRAKTIĞI KAPIYI YEDİ KİŞİNİN KALDIRAMADIĞI DOĞRU MU?
Hicretin yedinci yılı Kurayzaoğullarından sürgün olan, Nadîroğullarından kaçıp gelen, Efendimiz(s.a.v.) tarafından Medine’den kovulan Yahûdiler Hayber’de rahat durmuyorlardı. Medine’de münafıklarla istihbârat kurmuş, sürekli fitne çıkarıyorlardı. Efendimiz(s.a.v.) ise Mekke’yi fethetmek istiyordu. Ama Hayber’i almadan Mekke ile arası bozulursa iki düşmanla uğraşmak zorunda kalacağından önce ihanet merkezi olan Hayber’i dağıtmak istiyordu.
Hayber’de birçok kale ve binlerce asker vardı. Efendimiz(s.a.v.) o günlerde ciddi biçimde hasta olduğundan ordu komutanlığına Hz. Ebû Bekir’i(r.a.) geçirmişti ve bir sabah Hayber’i kuşatmıştı. Kalelerde bol erzak olduğu için kuşatma süresi epey uzamıştı. Herkesin bir ümit kapısı beklediği esnada Efendimiz(s.a.v.) “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki o Allah’ı sever, Allah onu sever. Onun eliyle zafer gelecek!” diyordu. Mücâhidlerin hepsini bir merak sarmıştı. Acaba bu büyük şerefe nâil olacak zât kimdi? Her mücâhidin gönlünde uyanan samimi arzu Resûlullah’ın(s.a.v.) elinden mübârek ve şerefli sancağı alabilmekti. Sahabeler o geceyi bu ümitle geçirdiler. Sabah olunca merak ve heyecanları daha da arttı. Bu heyecan ve samimi arzusunu Hz. Ömer(r.a.), “Kumandanlığı o günkü kadar arzu ettiğim zaman olmamıştır.” diye dile getirdi.
Efendimiz’in(s.a.v.) sancağı devrettiği o kutlu isim, bu olaydan sonra “Murtazâ” lakabını alan Hz. Ali(r.a.)’ydi. Efendimiz(s.a.v.) savaş meydanında Hz. Ali ’yi(r.a.) aradı ama göremedi. “Eyne Ali? – Ali nerede?” diye sorunca diğer sahabeler “Ya Resûlullah(s.a.v.), Ali ’nin gözü hastalıktan kapandı.” dediler. Allah Resûlü(s.a.v.), Hz. Ali’nin(r.a.) yanına gidip şifa duâsı okuyarak mübârek tükürüğünü gözüne sürdü ve o günden sonra Hz.Ali(r.a.)’nin gözüne bir daha hastalık uğramadı. Efendimiz(s.a.v.) ayrıca onun için “Allah’ım! Sıcağın ve soğuğun sıkıntısını bundan gider!” diyerek de duâ etti. Hz. Ali(r.a.) der ki: “O günden sonra ne sıcaktan ne de soğuktan asla rahatsız olmadım.” Gerçekten de Hz. Ali(r.a.) yazın en sıcak günlerde kalın aba giydiği halde bundan rahatsızlık duymazdı. Kışın ise en soğuk günlerde en ince elbiseleri giyer ve asla üşümezdi.
Sancağını Hz. Ali ‘ye(r.a.) teslim eden Resûl-i Ekrem(s.a.v.) kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi ve Zülfikar’ı da beline kendi eliyle bağladı. Sonra da şu emri verdi: “Allah(c.c.) sana fetih nasip edinceye kadar çarpış. Sakın arkanı dönme. “Kahraman Hz. Ali(r.a.) mübarek sancak elinde, heyecanla ilerliyordu. Bir müddet gittikten sonra “Yâ Resûlullah(s.a.v.), ben onlarla neyi gerçekleştirmek için çarpışacağım?” diye sordu. Kâinatın Efendisi’nden(s.a.v.) şu cevap geldi: “Allah’tan(c.c.) başka ilah ve ibadet edilecek bulunmadığına ve Muhammed’in(s.a.v.) Allah’ın Resûlü olduğuna şehadette bulununcaya kadar onlarla çarpış. Onlar bunu yaptıkları takdirde, can ve mallarını kurtarmış olurlar. Kalplerindekilerin hesabı ise Yüce Allah’a aittir.” Bu cevabı alan Hz. Ali(r.a.) kararlılık ve sevinç dolu bir sesle “Yâ Resûlullah(s.a.v.), onlar Müslüman oluncaya kadar kendileriyle savaşacağım!” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onların kalelerinin yanına varıncaya kadar vakar içinde ilerle. Sonra onları İslâm’a dâvet et. Müslüman oldukları takdirde mükellefiyetlerini bildir.”
Hz. Ali(r.a.) sancağı aldığı gibi naralar atarak Hayber’in kapılarına doğru yürüyecekken bu kahramanlık karşısında Allah Resûlü(s.a.v.) “Ali, yavaş ol!” diye onu uyardı ve “Ey Ali! Senin elinle bir kişinin hidâyete ermesi, yeryüzünde bulunan ve güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” diye ekledi.
Hz. Ali(r.a.) kalenin kapısına geldiğinde kapıyı öyle zorladı ki elindeki kalkanı paramparça oldu. Bunun üzerine düşmanın ok yağmurundan kendisini korumak için kalenin bir kapısını kendisine kalkan yaptı ve savaşmaya devam etti. Bu arada Hayber Yahûdilerinin en cesuru kabul edilen Merhab, kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu duyunca askerleriyle birlikte kaleden çıktı. Üzerinde iki kat zırh gömlek vardı. İki kılıç kuşanmış, başına da iki sarık sarmıştı. Bu heybetli görünüşüyle “Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere aslanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır!” diye haykırıp övünüyordu. Cesaret kahramanı Hz. Ali(r.a.), duyduklarına aldırış etmeden ona şu mukabelede bulundu: “Ben de annemin bana Haydar (arslan) adını taktığı adamım! Cesarette, ormanlardaki en heybetli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim!”
Yapılan teke tek vuruşmada, Yahûdilerin en kuvvetli adamı olan Merhab, “Esedullah” (Allah’ın arslanı) unvanının sahibi olan Hz. Ali(r.a.) karşısında daha fazla direnemedi ve kafası Zülfikarla ikiye bölünerek yere düştü. Manzarayı gören Efendimiz(s.a.v.) mücâhidleri müjdeledi: “Sevininiz! Hayber’in fethi artık kolaylaştı.”
Hz. Ali’nin(r.a.) savaştaki durumunu İbn-i Hîşam bizlere “Ali ’nin(r.a.) savaş bitince yere attığı kapıyı yedi kişi yerden kaldıramadı.” diye naklediyor.
Yazar : Mehmet Yıldız