Uhud Savaşı Uhud’da Toplamda Kaç Şehit Verdik?
Sahabeler, Uhud’da Okçular Tepesinden Neden İndiler?
Hz. Hamza(r.a.) Nasıl Şehit Oldu?
Hz. Hamza’yı(r.a.) Kim Şehit Etti?
Musab bin Umeyr Nasıl Şehit Oldu?
Müslümanlar Uhud’da Neden Galibiyet Elde Edemediler?
Uhud’da Münafıkların Rolü Nasıldı?
Ebu Cehil, Ümeyye b. Halef gibiler Bedir’de öldürülünce ebu Süfyan Kureyş’in siyasi lideri haline geldi. Artık istişareler, kararlar onun üzerinden dönüyordu. Ebu Süfyan, Uhud için Mekke etrafındaki kabilelerden de yardımla üç bin kişilik bir ordu topladı. Allah Resulü(s.a.v.) Medine’de bir istihbarat ağı oluşturdu. Mekke’de, Medine’de ne oluyorsa her şeyden haberi vardı. Efendimiz(s.a.v.) Uhud’un haberini alınca sahabeyi istişare için topladı: “Böyle, böyle müşrikler hazırlanıyor, söyleyin ne yapalım?” diye sordu. Sahabeden Enes bin Nadr gibi heyecanlı gençler: “Bedir’de birçok sahabe dostumuz o meydan muhaberesine katıldı, biz katılamadık. Şimdi gidelim de bu meydan muhaberesinde müşrikleri kılıçtan geçirelim.” diye bir hamiyet ve heyecanla fikirlerini sundular. Efendimiz(s.a.v.) Medine’de kalmayı ve savunma stratejisi geliştirmeyi önerirken, ibni Selül de O’nu(s.a.v.) destekledi ve: “Evet Medine’de kalalım.” dedi. Sonrasında Efendimiz(s.a.v.) sahabe-i kiramın istişarelerini dinleyecek hatta odasına, hücre-i saadete gidip hem dua edecek hem zırhını giyip çıkacak ve sahabeden bazı gençler: “Biz o cümleleri heyecanla söyledik ama şimdi senin kararına uymak istiyoruz ya Resulullah.” deyince Efendimiz(s.a.v.): “Hayır, bir peygamber cihat için giydiği zırhı asla çıkarmaz, istişare kararı neyse ona uyuyoruz.” diyecekti. Bin kişi Uhud’a doğru yola çıkacak ve yolun bir yerinde ibni Selül: “Yahu zaten Medine’de kalalım diye Muhammed kendisi dememiş miydi? Bunu zaten o söylemedi mi? Ben de onunla aynı fikirdeyim?” deyip, yola çıkan bin kişiden üç yüz kişiyi kandıracak ve geri döndürecekti. İbni Selül’ün buradaki amacı; “kuvvetli çıkılan yolda, yolun yarısından dönüp moralleri bozmak ve müminlerin kuvve-i maneviyelerine zarar vermekti” o yüzden başta gitmem demedi. İbni Selül’ün bu ihanetinden ve üç yüz kişiyi kandırıp geri döndürmesinden sonra Âl-i İmran Suresinin 121-122. Ayetleri nazil oluyor. “Hani sen sabah erkenden ailenden ayrılmıştın, savaşmak için müminleri mevzilere yerleştiriyordun. Allah her şeyi hakkıyla işitendir, bilendir. O zaman sizden iki bölük, Allah onların velisi olduğu halde bozulup çekilmeye yüz tutmuştu; müminler yalnız Allah’a güvensinler.” Allah Resulü(s.a.v.) Uhud’a çıkmadan önce cuma günü cihatla ilgili bir hutbe ihraz ediyor ve daha sonra hücre-i saadetine geçiyor. Orada bir rüya görüyor. Rüyada zırhı çatlıyor, bir sığır ve bir koyun boğazlanıyor. Uyanınca eşi: “Ne oldu?” diye soruyor, Efendimiz(s.a.v.): “Bir rüya gördüm, zırhım çatladı.” diyor. Anlıyor ki Medine bir yarılmaya uğrayacak ve zeval görecek. “Bir sığır boğazlanıyor.” diyor ve anlıyor ki ehl-i beytinden birisi şehit olacak, Hz. Hamza(r.a.). “Bir koyun boğazlanıyor.” diyor ve yine anlıyor ki ashabından gözde birisi Uhud’da şehit olacak, Musab bin Ümeyr(r.a.). Efendimiz(s.a.v.) Uhud’a düşmandan önce gidiyor. Bizim Okçular Tepesi diye bildiğimiz Ayneyn Tepesi’ne okçu olarak elli kişiyi yerleştiriyor. Allah Resulü(s.a.v.) Okçular Tepesi’nin işin kaderini belirleyeceğini çok iyi biliyor. Savaşın başları Bedir gibi geçiyor. Sahabe geleni püskürtüyor ve muazzam bir üstünlük elde ediliyor. Daha sonra ganimetlerle ilgili bir telaş oluyor. O telaşın sebebi ise şudur: Âl-i İmran Suresinde Uhud’la ilgili ayetler inerken faiz ayeti de iniyor. Sahabe efendilerimizin Okçular Tepesi’ni terk etmelerinin sebebi hikmeti ise, kırk sahabe efendimiz cihada katılabilmek için o dönem Yahudilerden faizli para alıyor. Aldıkları faizli paralarla kendilerine savaş teçhizatı ve zırh alıyorlar. Ayneyn Tepesi’nden: “Ben ganimetlerden payımı alayım ki, aldığım borcu kapatabileyim.” düşüncesiyle iniyorlar yani buradaki temel mesele borcu kapama düşüncesi, mal mülk hırsından olayı değil. Zaten sahabelerde Resulullah’ın(s.a.v.) sözüne bir itaatsizlik düşünülemez. Efendimiz(s.a.v.) Okçular Tepesi’nin çok ehemmiyetli olduğunu bildiğinden oraya yerleştirdiği sahabelere: “Bizi yırtıcı kuşların parçaladığını bile görseniz, asla burayı terk etmeyin.” diyor ama Uhud, Bedir’deki gibi başta bir galibiyetle başladığından ve bir ganimet olayı ortada olduğundan sahabelerden kırkı oradan iniyor. Onlar inince müşriklerden bir tanesi: “Ya Halid görmüyor musun? Tepeyi boşalttılar.” diye bağırıyor. Halid bin Velid o zaman müşrikler tarafında ve İkrime’yle birlikte atlı birliklerin başını tutuyor. Tepe boşalınca gelip Müslümanları iki taraftan sıkıştırıyor. Ayneyn Tepesi’ni bırakan kırk sahabeden biri ikisi hariç hepsi şehit oluyor ve burada da Uhud’un ikinci bölümü başlıyor. Müslümanlar orada yorucu bir cihada tutuşuyorlar ve tam o esnada müşriklerin üç bin kişilik ordusunun içerisinde kişi kişi öldürecekleri insanlar belirlenmiş özel suikastçılar var, onlar devreye giriyor. Hz. Hamza’yı(r.a.) şehit etmesi için tutulan suikastçı, Vahşi b. Harb. Onu iki kişi tutuyor. Birisi, ebu Süfyan’ın hanımı Hind, diğeri ise Utbe b. Rebia’nın kızı. Hind, Vahşi’ye: “Elimde, bileğimde, boynumdaki mücevherleri görüyor musun? Eğer Hamza’nın ciğerini söküp bana getirirsen bu mücevherlerimin hepsi senindir.” diyor. O dönem Vahşi b. Harb’in efendisi Cübeyr b. Mutim. O da Bedir’de akrabalarını kaybediyor o yüzden Müslümanlara karşı çok dolu. O da aynı şekilde Hz. Vahşi’ye vaadlerde bulunuyor ve: “Eğer Hamza’yı öldürürsen benden de sana hürriyet var, seni azat edeceğim.” diyor. Vahşi b. Harb geldiği kabile geleneğinden kaynaklı olarak muazzam bir mızrakçı. Hatta öyle ki Mekke’de sahibi onu yer yer dövüştürüyor ve üzerinden iddialar oynatıyor. Vahşi savaş meydanında, Hz. Hamza’yı(r.a.) gözüne kestiriyor ve arkasından mızrağı vurarak onu orada şehit ediyor. Bununla da kalmıyor, o dönemin Mekke cahiliye adetlerinden dolayı onun ciğerini söküyor. O da yetmiyor, Hind gelip Hz. Hamza’nın(r.a.) belli başlı organlarını kesip parçalıyor. Resulullah(s.a.v.), Hz. Hamza(r.a.) için Uhud’a keşif ekibi gönderiyor. Her yeri arıyorlar, en son Hz. Ali(r.a.), Hz. Hamza’yı(r.a.) o halde görünce Efendimiz’e(s.a.v.): “Ya Resulallah, bakmasan olmaz mı?” diyor. Allah Resulü(s.a.v.), Hz. Hamza’yı(r.a.) o halde görünce dayanamıyor, ağlamaya başlıyor. Medine’ye dönülünce herkes şehitlerine sahip çıkıp, onlar için üzülüp, dualar ediyor ve o esnada Efendimiz(s.a.v.) çok mahzun bir hale bürünüp: “Görmüyor musun ya Ebubekir, Hamza’mın ağlayanı bile yok.” diyor. Bu söylediği cümleyi Sa’d b. Muaz(r.a.) duyuyor. Hemen Medine’ye gidip: “Ey Ensar size ne oldu ki Resulallah bu kadar üzgün dururken, siz kendi şehitlerinizle ilgilenirsiniz. Duymadınız mı böyle dediğini?” diyor ve bunu duyan herkes kendi şehitlerini bırakıp, Resulullah’ın(s.a.v.) etrafında, O(s.a.v.) daha çok üzülmesin diye Hz. Hamza(r.a.) için gözyaşları döküyor. Musab b. Ümeyr(r.a.) genç, güzel, kâinatın efendisine en çok benzeyen sahabemiz. O gün ibni Kamia ve yanında birkaç adamdan oluşan bir suikast çetesi sadece Resulullah(s.a.v.) için odaklanmışlar ve Musab bin Umeyr’i(r.a.) de ona benzetmişler. Efendimiz(s.a.v.) ona savaştan önce hırkasını da verdiği için Musab(r.a.) tam Resulullah’a(s.a.v.) benzer bir halde. Musab(r.a.), Bedir’de olduğu gibi yine sancaktar ve sancak onun elinde dalgalanıyor. İbni Kamia ona suikast girişiminde bulunup önce bir kolunu kesiyor, Musab(r.a.) sancağı bırakmıyor öteki eline alıyor. Sonra ibni Kamia o kolu da kesiyor. Musab(r.a.) sancağı gene bırakmıyor hemen iki bacağının arasına alıyor ve kafasını eğiyor. Musab bin Umeyr(r.a.) en son kafasına da kılıç darbesini yiyince kafası iyice toprağa yakın bir şekilde düşüyor. Sancağı ondan Hz. Ali(r.a.) alıyor. Musab bin Umeyr’in(r.a.) kafası yere gelecek şekilde şehit olmasında birkaç hikmet söylenir. Birisi: “Sancağı kaybettiği için mahzundu, o yüzden yüzünü havaya kaldırmadı aşağı eğdi.” şeklindedir. Bir diğeri: “Madem beni Efendimiz’e benzetip şehit etmeye çalışıyorlar. O zaman kafamı kaldırmayayım da ben olduğumu anlamasınlar, Efendim sağ olsun. Zira haşa O benden önce şehit olup gitse, ahirette beni sorguya çekseler, Efendim şehit olmuşken ben hala nasıl hayattayım bunu açıklayamam.” şeklindedir. İbni Kamia, Musab bin Umeyr(r.a.) şehit olunca onu Efendimiz’e(s.a.v.) benzettiğinden: “Muhammed öldü, Muhammed öldü kazandık!” diye her yerde haykırıp bağırmaya başlıyor. Bunu duyunca maalesef savaştaki bir kısım insanlar, manevi kuvvetleri kırıldığı için Medine’ye dönmeyi hatta böyle dönerlerse ebu Süfyan ve ibni Selül’ün konuşup anlaşabileceğini düşünüyorlar. Enes bin Nadır(r.a.) gibi hamiyetli kahraman bir sahabe ise: “Ne yapıyorsunuz ne duruyorsunuz? Şahadet veya zafer için gelmediniz mi? Ya şehit olmak buradaysa?” diyerek paramparça olana kadar savaşıyor. “Ya Resulullah gidip Bedir gibi savaşalım.” diyen genç sahabe Enes bin Nadır(r.a.), Uhud’da şehit oluyor. Savaş esnasında küfür ordusundan atılan taşlardan biri Allah Resulü’nün(s.a.v.) sağ alt çenesindeki mübarek dişlerinden birini şehit ediyor. Bir diğer taş ise alt dudağını yaralıyor. Abdullah ibni Kamia ismindeki kafirin kılıç darbesiyle elmacık kemiği yaralanan Efendimiz’in(s.a.v.) darbenin şiddetinden miğferi parçalanıyor ve miğferin iki halkası mübarek yüzüne batıyor. Müşriklerin, “Muhammed öldü” diye kopardığı yaygaraya inanmak istemeyen müminlerden bazıları bir yandan savaşmaya devam ederken bir yandan da Resulullah’ı(s.a.v.) aramaya başlıyor. O esnada Hz. Ebubekir(r.a.) ve Hz. Ömer(r.a.), Allah Resulü’nün(s.a.v.) ölmediğini görüyorlar ve O’nu(s.a.v.) da alıp biraz yüksekçe bir yere çekiliyorlar. Onun ölmediğini gören Kab bin Malik(r.a.) sevinçten: “Hayır Resulullah ölmedi yaşıyor!” diye tam bağıracakken, Efendimiz(s.a.v.) bir hikmete binaen onu: “Dur ne yapıyorsun?” diye susturuyor. Çünkü henüz az kişiler ve Müslümanlar toplanmamış, düşman oraya üşüşebilir. Burada da Uhud’un üçüncü aşaması başlıyor. Resulullah’ın(s.a.v.) birkaç sahabe ile çekildiği mağaranın önüne ebu Süfyan geliyor ve: “Ey Muhammed, Ey Ömer, Ey Ebubekir yaşıyorsanız ses verin!” diye bağırmaya başlıyor. Efendimiz(s.a.v.) sahabelerine konuşmamalarını söylüyor. Daha sonra ebu Süfyan: “Üçü de ölmüş demek ki, yaşasın Hubel!” diye bağırmasına devam edince, Efendimiz(s.a.v.), Hz. Ömer’e(r.a.): “Ey Ömer ne susuyorsun?” diyor. Hz. Ömer: “Ya Resulullah susmamı sen emrettin ya.” deyince, Allah Resulü(s.a.v.): “Orada bizim savaş stratejisi gereği ihtiyatımız söz konusuydu şimdi konu başka bir noktaya geldi ve o, putu Hubel’e dua ediyor, sen burada susamazsın.” diyor. Hz. Ömer(r.a.), Efendimiz’den(s.a.v.) müsaadeyi alınca: “Sana da lanet olsun, Hubel’e de lanet olsun. Biz hepimiz sağız, yaşıyoruz. Vallahi sen zelilsin, Müslümanlar da izzetlidir.” diye karşılık veriyor. Ebu Süfyan korkuyor, çekiniyor ve: “Nasıl zelil olalım? Sizden bu kadar insan öldü gitti. Bizden bu kadar insan öldü gitti.” diyor. Hz. Ömer(r.a.) susmuyor: “Bizden ölenlerle sizden ölenler aynı değildir. Bizden ölenler şehit olanlar cennettedir, sizden ölenler zelildir cehennemin dibindedir. Nasıl aynı olur ölülerimiz?” deyince ebu Süfyan’ın korkusu artıyor, geri çekiliyor. “Gelecek yıl aynı yerde aynı şekilde görüşelim.” deyip dağılmalar, ayrılmalar başlıyor. Mağaradayken Efendimiz’i(s.a.v.) ebu Ubeyde bin Cerrah(r.a.) ziyarete geliyor ve O’nun(s.a.v.) miğferinin suratında parçalanmış olduğunu görünce canı çok acıyor. “Ya Resulullah(s.a.v.) müsaade et bunları ben çıkarayım deyip bir strateji geliştiriyor. Dişlerini Efendimiz’in(s.a.v.) iki yanağına saplanmış o halkalara tam geçirip bir anda çekiyor ki canı çok yanmasın. Ebu Ubeyde bin Cerrah(r.a.) dişlerini bir anda çektiği için ön dişlerinin nerdeyse tamamı şehit oluyor. Efendimiz’in(s.a.v.) canı yanmasın diye ön dişlerini orda feda ediyor. Bedir’de müşriklerden yetmiş ölü var. Uhud’da da sahabelerden yetmiş beş şehit var. Bu sayısal durum için bir ince yorum sunuluyor. Ama öncesinde şu kısmı söylememiz gerek. Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur eserlerinde; tâ Hudeybiye’den sonra iman edecek olan Halid b. Velid(r.a.), Amr b. As(r.a.) gibi sahabeler için diyor ki: “Allah(c.c.) gelecekteki sahabesini geçmişte de mağlup ettirmedi.” Bu yüzden Halid b. Velid hiçbir cihadda yenilmemiş bir sahabedir. Bir şerh şöyle anlatıyor: “Hem Bedir’de hem Uhud’da hem devamında sürekli galibiyetler olsaydı müşrikler bunun altında o kadar çok ezilecekti ki kendilerinde iman edecek bir gücü, bir mücadeleyi asla bulamayacaklardı. Ama sanki Bedir ve Uhud yetmişe-yetmiş rakamları gibi, bir şeyler dengelendi ki Amr bin As, Halid bin Velid gibi kılıç ile asla iman ettirilemeyecek iki sahabenin Hudeybiye’den sonra gönlüne girilip iman etmelerine vesile olundu.”
Yazar : Mehmet Yıldız