İSTEMEZ MİSİN EY ÖMER DÜNYA ONLARIN AHİRET BİZİM OLSUN
Hicretin dokuzuncu senesi heyetler yılında insanlar; on, yirmi, otuz bin kişilik gruplar halinde gelip, kabile kabile iman etmeye başladılar ve bu insanlardan alınan cizyeler, zekatlar sonucunda ortada çok ciddi bir ganimet oluştu. Medine böylesine zenginleşmesine rağmen Efendimiz’in(s.a.v.) hayatı ise değişmedi. Hal böyle olunca Efendimiz’in(s.a.v.) hanımları “Zamanında bizden daha fakir olanlar şimdi bizden daha iyi seviyede, bizim üzerimizde ise hâlâ bir elbise bile yok. Bizim de bir parça rahat yaşamaya hakkımız yok mu? Biz en iyisi bir heyet oluşturalım, taleplerimizi yazalım, birisi sözcü olsun Resûlullah’la(s.a.v.) konuşalım.” dediler. Daha sonra da güzide annelerimiz Efendimiz’den(s.a.v.) hanım başı yalnızca bir tane kıyafet istemek için içlerinden Aişe(r.a.) annemizi sözcü seçtiler. Aradan biraz zaman geçip Aişe(r.a.) annemiz “Ben hakkımdan vazgeçtim” deyince diğer annelerimiz “Tamam sen bilirsin ama bizim isteğimizi Resûlullah’a(s.a.v.) ilet.” dediler. Aişe(r.a.) annemiz hanımlarının isteğini Resûlullah’a(s.a.v.) söyleyince Efendimiz(s.a.v.) çok üzüldü ve bu istekten sonra Mescid-i Nebevinin yanında meşrebe diye anılan bir çadıra yerleşip bir ay boyunca hanımlarının yanına gitmemeye söz verdi. (Buhârî, 7:230; İnsanü’l-Uyûn, 3:406) Bu hadise karşısında Medine’de Resûlullah’ın(s.a.v.) çadırda kaldığını gören herkes hüngür hüngür ağlamaya başladı.
O günlerde Hz. Ömer(r.a.) Avali bölgesinde teftişte bulunmaktaydı. Haberi duyan İtbân bin Mâlik(r.a.) gece vakti Hz. Ömer’in(r.a.) kapısına vurunca, Hz. Ömer(r.a.) telaşlandı ve “Ne oldu, Medine’yi Gassaniler mi bastı?” diye sordu. İtbân(r.a.) “Yok Ey Ömer! Daha kötüsü oldu. Korkarım, Efendimiz(s.a.v.) tüm hanımlarını boşadı!” deyince Hz. Ömer(r.a.) şaşkın halde “Nasıl olur?” diye söylenmeye başladı. Nihâyetinde Efendimiz’in(s.a.v.) hanımlarından birisi de onun kızı Hafsa(r.a.) annemizdi. Hz. Ömer(r.a.) Resûlullah’ın(s.a.v.) yanına gitmek için yola koyuldu ve yolda kendi kendine “Ey Hafsa, Ey Hafsa! Ben sana Ebûbekir’in kızı Âişe ile yarışma, Allah Resûlü(s.a.v.) onu senden, Ebû Bekir’i de babandan fazla sever demedim mi?” dedi.
Mescidin önüne gelip çoklarının orada ağladığını gören Hz. Ömer(r.a.) kapıda duran Resûlullah’ın(s.a.v.) hizmetlisine “Ya Rebâh! Git söyle, Ömer seninle görüşmek istiyor, de.” dedi. Rebâh(r.a.) söyledi ama Efendimiz(s.a.v.) bir cevap vermedi, görüşmek istemedi. Bu durum üç kez tekrarlanınca Hz. Ömer(r.a.) dışardan “Ya Resûlullah(s.a.v.)! İnan kızım Hafsa ile ilgili görüşmeye gelmedim. Seni görmeye geldim.” diye bağırdı. Bunun üzerine Efendimiz(s.a.v.) “Tamam, gelsin.” dedi. Hz. Ömer(r.a.), Efendimiz’in(s.a.v.) kaldığı çadırın içine girdi. Gördü ki çadırın hasırı Efendimiz’in(s.a.v.) mübarek yüzüne iz yapmış, gözyaşlarını tutamadı ve ağlamaya başladı. Efendimiz(s.a.v.) “Niye ağlıyorsun Ömer(r.a.)?” diye sorunca da “Senin şu haline ağlıyorum. Kisralar, kayserler, melikler, krallar bu kadar rahat içerisinde yaşarken senin yatacak bir yatağın bile yok. Hasır yüzüne iz yapmış. Nasıl ağlamam ya Resûlullah(s.a.v.)?” dedi. Efendimiz(s.a.v.) onu orada da teselli etti ve “İstemez misin Ey Ömer! Dünya onların, ahiret bizim olsun?” buyurdu.
Hz. Ömer(r.a.) aklındaki konuya direkt giremediği için ortamı yumuşatmak istedi ve kendi hanımı Atike bint Zeyd(r.a.) için “Zeyd’in kızı var ya Zeyd’in kızı, geçenlerde benden bir şeyler istedi. Üç kere yok, dedim. En son öyle bir yok dedim ki bir daha karşımda konuşamadı.” dedi. Onun o söylemine Efendimiz(s.a.v.) tebessüm edince Hz. Ömer(r.a.) fırsatı ganimet bilip “Ya Resûlullah(s.a.v.), boşadın mı hanımlarını?” diye sordu. Allah Resûlü(s.a.v.) “Hayır Ömer(r.a.), boşamadım. Îlâ yemini ettim. Onun için evden bir ay ayrı kaldım!” deyince Hz. Ömer(r.a.) “Allahu Ekber!” diye bağırarak çadırın dışındakilere de müjdeyi verdi. (Buhârî, 1:31-33, 6:70; Müsned, 1:33; Müslim, 2:1109-1112; Tirmizî, 5:421; İnsanü’l-Uyûn, 3:404) Daha sonra da Resûlullah’a(s.a.v.) döndü ve “Ya Resûlullah(s.a.v.)! Seni üzen kızım Hafsa ise ellerimle keserim!” dedi. Çünkü O’nu(s.a.v.) öyle seviyordu…
Yazar : Mehmet Yıldız