Tebük Seferi
Hicretin 9. yılı Tebük Seferi yaşanıyor. Efendimiz’e(s.a.v.): “Rum hükümdarı Heraklius 40 bin kişilik ordu toplamış sizinle savaşacak.” diye haber geliyor. Allah Resulü(s.a.v.) hemen Müslümanlara haber veriyor “Toplanın.” diyor. Sefer için 30 bin sahabe toplanıyor. Mesafe 700 km ve 10 bin tane de binek var. Tebük Seferi’nin denk geldiği dönem tam da hurmaların hasat zamanı. Sahabeler hurmalarını toplayacaklar ki bir yıl boyunca onunla geçinebilsinler. Hurma toplamak zahmetli bir iş olduğundan onu hanımları da yapamaz, kendilerinin yapması şart. Hal böyle olunca sahabeler Resulullah’a(s.a.v.) gidiyorlar ve: “Ya Resulallah, bize müsaade et sefere bir hafta sonra çıkalım.” diyorlar. Efendimiz(s.a.v.): “Hayır! Şimdi geleceksiniz.” diye karşılık veriyor ve onlara istedikleri mühleti vermiyor. Efendimiz(s.a.v.) sahabelere savaş hazırlığı emreder, lakin sahabelerde bir isteksizlik hasıl olur. Çünkü hurmaların hasat zamanıdır ve ortada bir yıllık geçim derdi vardır. Ceziret-ül Arap gibi bir bölgede tam yaz mevsiminde herkesin aklındaki tek şey; “Bir hurma ağacının altına uzanayım, onun gölgesinde serinleyeyim” iken o anda savaş emri gelmiştir. Bu hal üzerine Allah Resulü(s.a.v.) dertlenmiştir ve Tevbe Suresi’nden bir ayet nazil olmuştur -Tevbe Suresi’ndeki birçok ayet Tebük Seferi’ne binaen inmiştir- o anda inen ayet: “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda savaşa çıkın!’ denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.” (Tevbe/38) Efendimiz(s.a.v.) ellerini açıyor ve Rabbine: “Ya Rabb, senin yolunda, senin uğrunda giden bu bir avuç insanı helâk edersen, yeryüzünde Sana ibadet eden kalmaz. Bizi affet, bize yardım et.” diye dua ediyor. Sahabeler, Resulullah’ın(s.a.v.) bu niyazını duyunca, hepsi canla başla yardıma koşmaya başlıyorlar. Tabi ki sefere hazırlık için mal infak edilmesi lazım. Hepsi mallarını infak etmek için telaşa düşüyor ve 4.000 dirhem Hz. Ömer(r.a.), 4.000 dirhem de Hz. Ebubekir(r.a.) veriyor. Hz. Ebubekir’in(r.a.) 4.000 dirhem verdiğini gören Allah Resulü(s.a.v.): “Ya Ebubekir, 4.000 dirhem verdin ama sana ne kaldı? Hanımına çocuğuna ne bıraktın?” diye soruyor. Tevekkül abidesi sadık dost, Resulullah’a(s.a.v.) dönüyor ve: “Ya Resulallah, ben hanımıma ve çocuğuma Allah’ı ve Resulü’nü bıraktım.” diye cevap veriyor. Hz. Ebubekir’den(r.a.) sonra Abdurrahman b. Afv(r.a.) gelir ve 8.000 dirhem verir. Hz. Osman(r.a.) ise 300 deve, 100 at, 8000 dinar bırakır gider. Varlıklı sahabeler bunları yaparken varlıklı olmayan sahabeler ise biz geri çekilelim demediler. Utana sıkıla da olsa, gece gündüz Allah(c.c.) yoluna bir şeyler infak etmek için canla başla yarışmışlar. Sahabenin bir tanesi koşmuş sarığını infak etmiş. Ebu Kays gitmiş sabahlara kadar su çekmiş. Ulbe bin Zeyd’in elinde bugünün parasıyla üç, beş liralık bir mal varlığı varmış. Ona bakıp sürekli: “Ben bunu Resulallah’a nasıl vereceğim, insanlar o kadar şey infak ederlerken ben bunu nasıl vereceğim?” diye utanmış ama yine de Resulullah’ın(s.a.v.) yanına gidip: “Ya Resulallah vallahi elimde sadece bu var. Bunları al Tebük için azık olsun.” demiş. Ertesi sabah Resulallah(s.a.v.) onu yanına çağırmış ve: “Sen sadakası kabul olunanlardansın.” diye müjdelemiş. Tebük Seferi’nde varlıklı sahabeler ne kadar fazla infak etse de bu infak 30 bin sahabeye yetmemiş ve Asr-ı Saadet’te ağlayanlar denilen yedi kişi Allah Resulü’nün(s.a.v.) yanına gelip: “Ya Resulullah, biz cihada gitmek istiyoruz ama vallahi elimizde avucumuzda hiçbir şey yok, bize binek ver ve biz de cihada gidelim.” demişler. Allah Resulü(s.a.v.) üzülerek: “Vallahi bende de o binek yok.” deyip onları mecburen geri göndermiş. Ve o esnada Tevbe Suresi’nden bir ayet daha gelmiş: “Cihada çıkabilmek adına binek için sana geldiklerinde size verecek binek bulamıyorum dediğinde gözleri yaşla dolu geri dönenlere bir sorumluluk yoktur.” O dönemin baş münafığı Abdullah bin Ubey ibni Selül, yine yerinde durmamış, münafıklığını yapmış ve: “-Haşa- Muhammed Roma’yı ne zannediyor? Heraklius onu esir alacak, onunla dalga geçecek, alay edecek.” diye başlamış etrafa korku salmaya. Tebük Seferi’nde seksen kişi bahane sunuyor ve özürsüz bir şekilde sefere katılmayı reddediyor. Hatta içlerinden bir tanesi gelip: “Ya Resulullah beni Tebük’e cihada götürme. Ben, Rum kızlarını görürsem fitneye düşerim.” diyor ve bunun üzerine Tevbe Suresi’nin 49. Ayeti iniyor: “Onlardan ‘Bana izin ver, beni fitneye (isyana) sevk etme’ diyen de vardır. Bilesiniz ki onlar (böyle diyerek) fitnenin ta içine düştüler. Şüphesiz ki cehennem, kâfirleri elbette kuşatacaktır.” Ayetler inmeye devam ediyor. “Allah’ın Resûlüne karşı gelerek (sefere çıkmayıp) geri bırakılanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek hoşlarına gitmedi: ‘Bu sıcakta sefere çıkmayın.’ dediler. “De ki: ‘Cehennemin ateşi daha sıcaktır.’” (Tevbe/81) Tebük Seferi’ne katılmayanlardan üç sahabe çok pişman oluyor. Bu sahabelerden birisi de Ka’b bin Malik’tir. Ka’b bin Malik sefer zamanı; “hurmaların hasadı gelsin, şu ağacın altında biraz daha gölgeleneyim” diye diye günlerce oyalanıyor. Ordu sefere çıkıyor, aradan bir iki gün geçiyor “Peşlerine yetişirim.” diye yine oyalanmaya devam ediyor. En sonunda bir bakıyor, ordu gitmiş kendisi geride kalmış. Sefer sonrası Efendimiz(s.a.v.) mescid-i saadetlerinde iken sefere katılmayanlar özür beyan etmeye geliyorlar. Seksen sahabe o esnada hangi özrü beyan etse Allah Resulü(s.a.v.): “Tamam, senin işini Allah’a havale ettim.” diyor. Sıra Ka’b bin Malik’e geliyor. Bakıyor ki Allah Resulü(s.a.v.) kim ne söylese kabul ediyor ve işi Allah’a(c.c.) havale ediyor. Ka’b bin Malik: “Ya Resulallah, Senin yerinde karşımda kim otursaydı ben onu ikna edebilirdim. Ama ben bugün burada seni ikna etsem sen de kabul etsen, yarın Allah(c.c.) mahşerde sana hakikati gösterdiğinde, bana orada kızacaksın. Madem bana mahşerde kızacaksın, sen bana burada kız ama Allah(c.c.) beni affetsin. Ya Resulallah(s.a.v.) vallahi hiçbir zaman şimdiki kadar güçlü ve imkânlı bir şekilde hayat yaşamamıştım. Ben bu seferi ihmal ettiğimden kaçırdım, hiçbir bahanem yoktur.” diyor. Allah Resulü(s.a.v.), Ka’b bin Malik’e ve bu şekilde itirafta bulunan diğer iki arkadaşına: “Size hüküm gelene kadar gidin. Medine’de hiç kimse size selam bile vermeyecek. Yasak.” diyor. Allah Resulü’nün(s.a.v.) terbiye metodolojisine baktığımızda; kendinden uzaklaştırarak bir sahabeyi terbiye ettiğini görüyoruz. Ka’b bin Malik için 50 gün sürecek bu süreç başlıyor. Hiçbir sahabe ona selam vermiyor. Kendisi diğer iki kişiye nazaran biraz genç olduğundan dolayı zaman zaman mescide iniyor, sahabelerle birlikte oturup kalkıyor. Namazdan sonra Resullullah’a(s.a.v.) ve sahabelere selam veriyor ve uzaktan: “Acaba dudakları kıpırdayıp selamımı alacak mı?” diye Resulallah’ı(s.a.v.) izliyor. Ka’b bin Malik ümidini hiç kesmiyor. Kur’an’a iman etmiş ve biliyor ki: “Allah’tan ümidini ancak kafirler keser.” Ka’b’ın, ebu Katade diye çok sevdiği bir amcaoğlu var. Bir gün onu çok özlüyor ve “Acaba benimle konuşur, bana selam verir mi?” diye amcaoğlunun bahçesine atlıyor, selam verip tebessüm ediyor. Ebu Katade onunla konuşmuyor ve sonrasında naklediyor: “Ka’b’ın sesini duydum, az kalsın dönüp ona bakacaktım. Eğer ona baksaydım dayanamazdım. Onu çok severim ve çok özledim ama eğer dayanamayıp onunla konuşsaydım bu seferde Allah Resulü’nün sözünü yere düşürürdüm ve sadakatimi kaybederdim.” diyor. Her şeye rağmen doğru olanı tercih ediyor. Süreç devam ediyor. Gassan hükümdarı Cebele bin Eyhem, Ka’b bin Malik’in büyük bir şair olduğunu biliyor ve ona bir mektup gönderiyor. Mektupta Cebele: “Ey Ka’b bin Malik, duydum ki sahibin sana zulmediyormuş. Sen bizim diyara Gassan’a gel. Senin gibi bir şaire layığınca hizmet edeyim.” diyor. Ka’b bin Malik mektubu eline alıyor ve: “İmtihan herhalde.” deyip yırtıyor, kalbi teveccüh bile etmiyor. Bu imtihanda da yine Allah’ın(c.c.) tarafını seçiyor. Çilenin 40. günü, Allah Resulü(s.a.v.) bu kadar imtihan yaşamış bu sahabeye bir haber daha gönderiyor. “Haber verin, hanımı da evi terk etsin.” Ka’b bin Malik emri ikiletmeden hanımını babasının yanına gönderiyor. Çileli ve ızdıraplı bir şekilde bu günlerin geçmesini bekliyor ama sadakatinden asla ödün vermiyor. İşin sonunda 50 gün sonra Tevbe suresinin 118. ayeti nazil oluyor: “Allah, savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece Allah’ın azabından yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul etti. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.” Sabah, Zübeyr bin Avvam(r.a.) gelip Ka’b bin Malik’e müjdeyi veriyor, Ka’b sevincinden hırkasını çıkarıyor ve Zübeyr’e(r.a.) hediye ediyor. Sonra koşup bütün sahabeye sarılıyor onları doyasıya kucaklıyor. Tebük Seferi’nde sahabeyle birlikte 700 kilometre yol yapıldıktan sonra Heraklius’un kalbine korku düşüyor. Münafık ibn Selül’ün dediğinin tam zıddı oluyor ve Roma imparatoru korkup geriye dönüyor. Ama Tebük’ten önce bir vaka yaşanıyor, bu vakanın adına ise Mescid-i Dırar deniyor. Medine’de münafıklar toplanabilecek rahat bir yer bulamadıkları için, kendilerine bir mescid inşa ediyorlar ve Resulullah’a(s.a.v.) da: “Ya Resulallah, Medine’deki mescide ihtiyarlarımız gelemiyor, zorlanıyorlar. O yüzden bu mescidi yaptık ki onlar da cemaatle namazı kaçırmasınlar.” diyorlar. Hatta Resulullah’tan(s.a.v.) bu mescide gelip kendilerine namaz kıldırmasını istiyorlar. Akıllarınca Allah Resulü’ne(s.a.v.) orada namaz kıldıracaklar böylece de devlet başkanı mescidin resmiyetini tanımış olacak. Allah Resulü(s.a.v.) Tebük seferi dönüşü burada namaz kıldırmayı düşünüyor. Dönüşte Tevbe suresinden bir ayet daha nazil oluyor. “Ey Nebi! Bu mescitte sakın namaza durma.” Allah Resulü(s.a.v.) bu mescidi yıktırıyor ve yıktırdığı bu mescide Mescid-i Dırar deniyor.
Yazar : Mehmet Yıldız